Masal denizlerinden yola koyulan
zaman ırmağının yaşlı bir kalyonuyum,
Adem’den önce tanıdım ak kanatlı martıları
kuytularımda korkusuz yemlenirdi güvercinler,
tuz ve su bir de rüzigâr aşkına türkülenirdi
serenimde dalgalanan zeytin dalı bayrağım
Yasak şamandıralarınız birer iskandil nişanıydı
Olimpos’un üçkâğıtçı tanrıları da ne ki
kasıklarının sıcaklığını okşadım Kybe’lenin,
Hititli şamanlarla kadehler kaldırdım Mirina aşkına
güneşe doğru yol aldıkça son nefesini veriyordu ilâhlar
İsa’nız dünkü çocuk sayılır zamanın vitrininde
bilgelik asasının izini sürerdi mor sakallı Aristo,
Athena’dan yayan yapıldak yollara savrulup
Assos’ta soluklanırdı. Egeli bir incir ağacının altında
beyaz baldırlarını öperdi sevgilisi Pytiha’nın,
ilmekleri her dilden bir kilimdi Anadolu
kavga girmemişti aranıza tanrılar uslu uslu otururdu
Zeytin ormanlarının gölgesinde sevişmekti işiniz
anadan üryan aşkların türküsüydü yaşamak
biraz da Şirin’di Lesbos’lu fingirdek Sappho,
akraba avlusuydu Ege’nin delicoş iki yakası
Smyrna’nın ortasında el bebek gül bebek büyüyordu İzmir
suların bahçesinden leylak kokuları savruluyordu
Aş için kaynayan kazanlara sen tuz dökerdin o yağ
karşılıklı açılan kapılarda dilleriniz karışırdı birbirine
kız alıp vermiştiniz kan bağınızı mühürlemişti zaman
nasıl da şendi zaman Mezopotomya’nın aşk beşiğinde,
sen kanarya isen o bülbüldü bakir ormanları şenlendiren
yaz tınılı sesinizden uzun ırmaklar savrulurdu fesleğen denizine
Elinizle yaptığınız ikonlara masallar uydurdunuz
zamanın ve mekânların köşelerine yerleştirdiğiniz tanrılar
en mahreminizin hakimi şimdi kısacık ömrünüzde
onun adına kurduğunuz ordular kanla çiziyor sınırları
kin ve öfke renklere bürünüp bayrağınız oluyor
bin yaşındaki zeytin ağaçları tanığımdır ki
aynı memeden emmiştiniz hayatın sütünü
Kirli kürsülerden esen havaya boyun eğip
gönül rızasıyla soyunuyorsunuz kulluğa
başınıza taç ediyorsunuz çakır dikenlerini
neden canım kardeşim neden, neden
el birliğiyle çoğaltıyorsunuz kamburunuzu?
Bülent GÜLDAL