“Menderes’in ne zaman İzmir İttihat ve Terakkî İdadisine gitmeye başladığı bilinmez. Fakat, bu idadilerin, 1908’de Meşrutî yönetime yeniden geçildikten sonra açılmaya başladığı düşünülürse, 1908 sonrasında olduğu kesindir. Aslında, Menderes’in hangi zaman aralığında idadide okuduğu tam olarak bilinmemektedir. Fakat, idadinîn son sınıfında iken, 1916’da okuldan ayrılmak zorunda kaldığına ve o sıra, idadiler 5 ya da 7 yıllık olduklarına göre idadiye başlama tarihi 1910 veya 1912 olmalıdır. Fakat, biraz aşağıda anlatılacağı gibi, Menderes 1932’de Hukuk Fakültesine başvururken, fakülteye kabul edilmede aranan şartlardan biri 7 yıllık idadi mezunu olmasıydı. O halde, Menderes, 7 yıllık bir idadiye başlamıştır ve bunun tarihi, büyük ihtimalle 1910’dur.
Menderes’in Amerikan Koleji dönemine ilişkin bir tek hikayeyi, Celal Bayar sonradan nakletmiştir. Buna göre, Birinci Dünya savaşı başlamadan önce -tahminen 1913’te- Adnan Menderes, yanında iki arkadaşıyla birlikte okullarındaki rahiplerin Müslüman gençleri Hıristiyan yapmaya çalıştıklarından, yani misyonerlik faaliyetinde bulunduklarından şikayetle Celal Bayar’la görüşmek istemişlerdir. Celal Bayar, o sırada, İzmir’de İttihat ve Terakkî Partisinin “mesul katibi”dir. Hallerinden “çok heyecanlı oldukları belli olan” Adnan Menderes ve iki arkadaşı okulları ile Devlet olarak ilgilenilmesini talep etmişlerdir. Bayar, o sıra, okul çağında bir gencin kendi okulunda olup bitenlere karşı dikkatli olmasının, etrafındaki öğretmenlerinin bazı arkadaşları üzerinde yaptıkları çalışmaları kaçırmamasının ve derdini anlatacak kadar cesur olmasının onun bir kifayetini gösterdiğini düşünmüştür. Ayrıca, Bayar’a göre, Menderes bu davranışıyla milliyet duygularını ve dine saygısını da açıkça göstermiştir.
Ş.Süreyya Aydemir’e göre, Suriye-Filistin cephesine savaşmak için Menderes’in içinde yer aldığı tren kafilesi yola çıktığında, Menderes, oraya varamadan, Pozantı’da tropika denilen zehirli sıtma hastalığına yakalanmıştır. 1 ay hava değişimi alır.
Bu arada, Menderes’in, 30 Ekim’de Mondros Mütarekesi imzalandığı için, aynı kolordu tarafından terhis işlemi yapılmıştır. Dolayısıyla, Menderes’in Birinci Dünya Savaşında askere alındığı ve daha çok cephe gerisinde görev aldığı; fakat, herhangi bir cephede savaşmadığı anlaşılmaktadır. Menderes, Birinci Dünya Savaşında iki sene boyunca askerlik görevini yapmıştır.
Adnan Menderes’in, İstiklâl Savaşında ise, Yunanlıların 27 Mayıs 1919’da Aydın’ı işgal etmesinden sonra, mahalli bir mücadeleye giriştiği anlaşılmaktadır. Menderes, düzenli birliklere katılmadan önce, başında topçu üsteğmen Selami(Helvacıoğlu) Bey olmak üzere, arkadaşı Etem (Menderes) Beyle birlikte, üç subay olarak, kendi çiftlik bölgesinde, isimlerini kendilerinin bulduğu “Ay-yıldız” adlı bir kuvay-ı milliye çetesi kurmuşlardır. Bu sıralarda, çiftlik İtalyanların işgal bölgesindedir; fakat, asıl mücadele, Menderes nehrinin kuzey kısmını işgal eden Yunanlılara karşı verilmiştir. Çünkü, İtalyanlar Yunanlıların Ege bölgesine yerleşmesini istememişler; hatta, bu yüzden, Menderes bölgesindeki mahalli hareketlere bir dereceye kadar yardımcı olmuşlardır47. Ay-yıldız çetesi, bazı çarpışmalarda ve baskınlarda bulunmuştur. Fakat, Menderes, İzmir’in işgali yüzünden resmî makamın Söke’ye taşındığı bir sırada, Söke’ye Ankara’dan gönderilen topçu yarbay Osman Beyin bölgedeki yedek subaylar için yaptığı çağrısıyla düzenli birliklere katılmıştır.
Menderes, bu çağrıyla, 6 Ekim 1920 tarihinde, yeniden askere alınarak Aydın’da cephe gerisinde süvari takım komutanlığı yapmıştır. 1 Eylül 1921’de Aydın Askerlik Şubesi İnzibat Subaylığına atanarak, orada 1922 yılının Mart ayına kadar hizmet etmiştir.
Adnan Menderes, 1 Mart 1922’de de, Menderes bölgesi “Komutan Yaveri” olmuştur. Menderes bölgesinin 74. Alaya dönüştürülmesi ile Adnan Bey, “Alay Komutanı Yaveri” olarak görevini sürdürmüştür. Alayın lağvı üzerine 12. Tümen, 35. Alay emrine verilmiş ve aynı alayın 2. tabur yaverliğini ve alay emir subaylığını yapmıştır. Bu arada 1.Alay, 2. Şubeye bağlı İstihbarat Şubesi ve İzmir Sansüründe hizmetten sonra 1 Ağustos 1923’te terhis edilmiştir. Menderes, Büyük Taarruza katılmış ve kıtasının girdiği çarpışmalarda ve savaşlarda bulunmuş, herhangi bir yara da almamıştır. Dolayısıyla, 2 sene 10 ay boyunca İstiklâl Savaşında askerlik görevi yapmıştır.
Menderes, 26 Ocak 1931’de de, millî orduda görev aldığı için kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edilmiştir.
Adnan Menderes’e, Hacı Ali Paşa dedesinden miras yoluyla Aydın’daki Çakırbeyli Çiftliği kalmıştır. Böylece, Menderes, daha 9 yaşında iken, çiftlik sahibi olmuştur. Çakırbeyli Çiftliği, Menderes vadisinin güneyine düşmektedir. Bilinenlere göre, Çakırbeyli Çiftliği, kabaca bir hatla belirlenirse, Çine çayından batıya, Koçarlı ilçesine doğru dönünce başlamakta, Menderes vadisinin güneyine kadar uzanmaktadır. Çakırbeyli Köyünün ve Koçarlı’nın yolu bu çiftliğin içinden geçmektedir.
Adnan Menderes, 2 Eylül 1928’de Karşıyaka’da İzmirli Evliyazâde ailesinden Fatma Berrin Hanım’la evlenmiştir.
Adnan Menderes, Milletvekili iken 1933-1935 yılları arasında Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenim görmüştür. Adnan Menderes, Hukuk Fakültesine lise mezunu kabul edilerek kayıt edilmiştir. O sıralarda, Ankara Hukuk Fakültesine ya da Mektebine girmek için istenilen temel şart, lise mezunu olmaktır. Fakat, Menderes lisenin son sınıfını okurken, 16 Aralık 1916’da, I.Dünya savaşı nedeniyle askere alındığından liseyi bitirememiştir.
Bu yüzden, Menderes, Maarif Vekaletine 13 Aralık 1932’de İzmir’deki Amerikan Kolejinin son sınıfında vatanî görevini yerine getirmek için ayrılmış olduğunu ve bu durumun bir yüksek okula girmesi hakkının tanınmasında engel olmaması gerektiğine dair bir dilekçe yazmıştır. Bu dilekçeye, 18 Aralık 1932 günü dönemin Maarif Vekili Reşit Galip Bey tarafından verilen cevapta, Menderes’in bir yüksek okula girmesi uygun görüldüğü yazılmıştır.
Anlaşılan, Milli Eğitim Bakanlığı, Menderes gibi, savaş yüzünden öğrenimini tamamlayamamış olanlara böyle bir “hakkı” vermeyi yerinde görmüştür.
Bu konuda, 1924’ten beri Aydın’dan Milletvekili seçilen Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip’in özel bir çabasının olduğu da söylenebilir. Böylelikle, Milli Eğitim Bakanlığınca Menderes’in lise mezunu sayılması gerektiği onaylanmış olmaktadır. Bundan sonra, fakülteye kayıt ve kabul olunması için Menderes’in durumu, fakültenin talimatı gereği, Fakültenin profesörlerinden kurulu “Profesörler Meclisinde” incelenmiş ve kabul edilmiş olmalıdır. Nitekim, Adnan Menderes, aynı gün Ankara Hukuk Fakültesine 1795 numara ile kayıtlandığını görmekteyiz.
Menderes, ayrıca, fakülteye sınavsız olarak kabul edilmiştir. Çünkü, talimatnameye göre “yedi yıllık idadi” denilen liseleri bitirenler veya Maarif Vekaletince bu derecede bulundukları onaylanan okul mezunları sınavsız olarak Fakülteye kabul edilirlerdi.
Menderes, Fakülteye kabul edildiğinde 33 (ya da 32) yaşındadır. Fakat, Menderes fakülteyi yatısız okuyacağı için, kararname uyarınca yaş sınırı önemli değildir. Dolayısıyla, o sırada, fakültede “yaşlı-başlı bir çok kimseleri, subayları, çoluk-çocuk sahibi olan ve olmayan pek çok memuru” görmek mümkündür.
Menderes’in öğrenci olduğu dönemde Hukuk Fakültesi, Adalet Bakanlığına (Adliye Vekaletine) bağlı ve öğrenim süresi 3 yıldır. Yine, Menderes’in öğrencilik yılları olan 1932-1934 döneminde, Ankara Hukuk Fakültesinin Müdürü (sonra Dekanı) Prof. Cemil Bilsel, 1934’den sonra ise Dekanı Prof. Baha Kantar’dır. Bu tablolardan da görüldüğü gibi, Menderes’in aldığı notlar yüksektir. En düşük notunu (7,5 olarak) Baha Kantar’ın “Ceza Hukuku” dersinden almıştır.
1934-1935 öğretim yılında, 16’sı kız, 121’i erkek toplam 137 kişi fakülteden mezun olmuş ve Adnan Menderes bunlar arasında yer almıştır. Adnan Menderes, 2 Kasım 1935 tarihinde fakültenin yedinci mezunu olarak 791 nolu diplomasını almıştır.
Adnan Menderes, 28 Haziran 1934’de herkesin soyadı almasına ilişkin kanunun kabulünden sonra “Ertekin” soyadını almış; daha sonra da soyadını “Menderes” olarak değiştirmiştir. Adnan Beyin Ertekin soyadını Menderes olarak değiştirmesinde akrabası T.Rüştü Aras’ın bir etkisi vardır. Aras’ın, Adnan Beye “Sizin oralarda Menderes suyu var. Niye Menderes soyadını almıyorsun?” dediği bilinmektedir.”
Aydınlı toprak ağasıydı. Atatürk ile ilk tanıştığında ortaya koyduğu farklı düşünce anlayışı ile hemen gözdesi olmuştu. Halk Evlerinin başkanı olmuştu. Atatürk yaşasaydı nasıl bir tablo ortaya çıkardı bilmiyorum. O birkaç yıl içinde Atatürk’ün gözdesi, prensi olmuştu. İnönü’nün “Çiftçiyi Topraklandırma Yasası”nı çıkartırken ortaya koyduğu muhalefetle ülkenin gündemine oturmuştu. İsmi artık bilinir olmuştu. CHP den ayrılan ilk dört kişinin içindeydi. Halk tarafından çok sevilmişti. 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazandığında cumhurbaşkanı olan sayın İnönü mecburiyeti olmamasına karşın koltuğunu bırakmasaydı nasıl olurdu hikaye yine bilmiyoruz. Çünkü Celal Bayar işin mutfağında pişmiş çok iyi örgütçüydü. Halkı parayla tanıştırdı. o güne kadar bırakın dönemin siyasilerini CHP li yöneticilere yaklaşabilmek ve derdini söyleyebilmek bile meseleydi. Dikkate alınmayan halk artık sözünün geçtiğine inanıyordu. Buna inandırmıştı. İçini tam doldurmasa da “Yeter Söz Milletin” diyerek Tek Parti Dönemini yıkıyordu. Ancak yanıldığı nokta Tek Parti dönemiyle birlikte Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Devleti’nin de yıkılacağını düşünmesiydi. Bir ideolojisi yoktu. Atatürkçülüğün de ne olduğunu sanırım bilmiyordu. Öyle olunca siyasal islama sarıldı ve onları bayrak yaptı. Yanında çok akıllı insan vardı. Birer birer terkettiler.
Adnan Menderes, köyden kente yürüyüş başlatan bir sürecin kahramanıdır, o nedenle niye “köy enstitüleri”ni kaldırdı diye düşünmemek gerekiyor. Köy enstitüleri sonuçta köylüyü yerinde kendi çocuklarını eğiterek eğitmek ve adam etmek üzere formatlanmıştı. Belki de köyden kentleri kuşatarak yeni bir sürece geçmekte olabilirdi. Efsane isim İsmail Hakkı Tonguç marksist görüşe sahipti. 1946 yılında Recep Peker hükümeti kurarken Hasan Ali Yücel’i görevden almıştı. O gün o kararla kapatılmıştı, Köy Enstitüleri… Menderes, köyü kente yürütürken onları parayla tanıştırdı. Paranın gücüyle tanışan çarıklıerkan o günden sonra çok değişti. İçindeki inanç kavramı parayla yer değiştirdi. Dolayısıyla ne çekiyorsak o günden beri paraya tapanlarla, parayı ihtiyaçları dahilinde değerli görenler arasında yaşanılan gerilimden çekiyoruz.
1957 yılında Irak olayından sonra ABD ile ilişkiler bozulur. Devalüasyon olur. Dolar 2,5 liralardan 9 liraya çıkar. Yüzünü Sovyetler Birliğine döner. Ve bu dönmesi ve onunla yani Sovyet Sosyalist Birliği ile ülke adına büyük sanayiye dönük atılımlar atması sonun başlangıcı olur. İnönü, idamı durdurmak için çok büyük çaba sarf eder. Ancak asılmaları bir ABD projesidir. Böylece halkımız bu asılma olayından CHP yi sorumlu tutacak ve intikamını ondan almaya çalışacaktır. 1960 darbesi sözüm ona demokrasi adına özgürlüklerin önünü açmış bir anayasaydı. Ancak bu anayasa da sıfır kuvvetinde bir madde vardı. Oda gerektiğinde askere müdahale yetkisi vermesiydi. O madde ile ondan sonra her on yılda bu ülkenin canavar gibi çocukları gençlik heyecanları nedeniyle biçildiler. Zehirimiz ABD dir… Bu topraklar da bizi yoketmek adına her olanağı kullanıyor. Kürtleri çok mu seviyor, hayır! Yarın onları da Ermeniler le yok edecek. Ermenileri çok mu seviyor hayır! Onun ilacı kendi şirket gücü adına, halkı demedim, buraya dikkat edin, ülkelerin zenginliklerine “demokrasi adına el koymak ve yok etmek”
Nefret ettiği iki isim; Atatürk ve Hazreti Muhammed’dir.
Sayın Menderes’i güzel bir anıyla analım…
‘‘Bu bardağı yıkayacak olan görevli de burada mı?”
“Bu yazı vesilesiyle Vefa Zat’ın Gusto dergisinde yayımlanan unutulmaz bir anısını nakletmek isterim…
‘‘50’li yılların sonlarında, İstanbul Hilton’un Roof Bar adlı gece kulübünde bir kokteyl parti veriliyordu. Davette (Adnan Menderes) herkesle tek tek ilgilendi. Sonra misafirleri kapıda kendisi uğurladı. Misafirler gitmiş, salonda yalnız Adnan Menderes ve başbakanlık mensupları kalmıştı. Menderes denize nazır bir masaya oturdu. Başbakanlık özel kalem müdürünü yanına çağırarak bir şeyler söyledi. O da salon amirini yanına çağırarak, başbakanın davette görev alan herkese teşekkür etmek istediğini aktardı.
Hepimiz içeri geçerek kılık kıyafetimizi tekrar gözden geçirdik, saçımıza başımıza yeniden şekil verdik. Ardından salonda düzgünce sıraya geçerek beklemeye başladık.
Adnan Bey ayağa kalktı ve salon amirine ‘‘Herkes burada mı?” diye sordu. O da ‘‘Burada efendim” diye yanıt verince, elinde tuttuğu bardağı göstererek, ‘‘Bu bardağı yıkayacak olan görevli de burada mı?” diye sordu bu sefer. Yanıt olumsuzdu. Onun da çağırılmasını isteyerek tekrar masasına oturdu.
Düşünebiliyor musunuz, bir başbakan teşekkür edebilmek için oturmuş kirli tabağını ve bardağını yıkayacak olan bulaşıkhane görevlisini bekliyor. İnanabiliyor musunuz buna?”(alıntıdır)
“Demokrasi odur ki, 100 amelenin oyu, 99 profesörün oyundan iyidir.” Adnan MENDERES Zonguldak seçim sürecinde söylüyor… Üreten insan her daim insanlığın peşinden gider, aklın peşinden gider, toplumsal çıkarların peşinden gider. Kendi küçük çıkarları peşinden gidenler an gelir başa öyle büyük bela olur ki…
Rahmetle ve saygıyla anıyorum.
Mekanı cennet olsun…
Işıklar içinde uyusun…
Saygılarımla… V.Yılmaz