Ülkemizde; bir siyasi parti yandaşı olmak için insanlar;
Parti programlarını, inceleyerek mi ?.
Yoksa; coğrafi koşullar, feodal yapılar, inançsal değerler, örf, adet, gelenek, görenek ve yönetenlerin çerçevesini çizmiş oldukları, ideolojik bir eko sistemlerden mi beslenerek, bir fikir sahibi olabiliyorlar?
Sorunun cevabı, her iki yönteminde, günümüzde geçerli olmasıdır.
Muhafazakar ve sağ tabanı teşkil eden kitlelerin tercihlerine bakıldığında:çağdaş dünyada var olan düşünce ve fikir akımlarına, oldukça mesafeli durduklarını, daha gelenekçi akımlar içerisinde yer aldıklarını, genellikle, kendi düşün kulvarları içerisinde kalmak kaydıyla, benzer siyasi partilere geçişler yapabildiklerini, ancak, bu kesimlerden, bireysel geçişler hariç, sol diye tanımlanan partilere doğru ideolojik anlamda bir geçiş ve değişimin yaşanmadığı görülmektedir.
Ülkemizde, bugüne kadar yapılan bütün seçim sonuçlarında, bu olguları görebilmek mümkündür.
Sadece, (2019 Yerel Seçimler hariç)
Muhafazakar diye tanımlanan halk kitlelerinin , siyasi, ekonomik ve sosyal dalgalanmalardan pek etkilenmeden, aynı kulvarda kalmalarını sağlayan ; sadakat, otorite ve kutsallık gibi değer yargıları olduğunu söylemek, hiçte abartılı olmayacaktır. Dünya’da, değer yargıları olmayan hiçbir toplum yoktur. Ancak;bazı değerler, zamanın gereklerine göre, bir değişikliğe uğraması gerekirken, İslam toplumlarında, daha bir katılaşma olduğu görülmektedir.. Öyle ki, bazı gelenek ve görenekler, kutsallaşmış ağır bir yük haline dönüşmüştür..
Muhafazakar tabanın değer yargıları olan, sadakat, otorite ve kutsallık kavramlarını biraz açmak gerekirse;
1) Sadakat; Düşüncelerinin temelidir. Liderlerine ve onun düşüncelerine sıkı bir bağlılık esası vardır. Liderlerinin, her türlü görüş ve eylemlerine, ön koşulsuz kabul anlayışı egemendir.
2)Otorite; Eleştirel kültürel bir yapı olmadığından,güçlü liderlere biat ederler.Karşı bir görüşün dile getirilmesi durumunda ise, sistem içinde kalmaları zorlaşır.
3) Kutsallık; Yaşamın olgularına ve idari/ yönetim şekillerine, çağdaş demokratik yöntemlerle değil, inançsal öğretilerin perspektifinden bakarlar.
İslam coğrafyasında, muhafazakar tabanın, bu denli katı ve değişmez kurallar içerisinde olmasının elbette çok çeşitli sebepleri bulunmaktadır..
Bir taraftan , felsefe, matematik ve bilimin icadı olan, çağdaş teknoloji ve fikirlerden, günlük hayatında yararlanacaksın.
Diğer taraftan, gelişen ve değişen dünya koşullarını dikkate almayarak, asırlar öncesi toplum düzenini, şimdiki zamana taşıma çabaları içerisinde olacaksın.Böyle bir açmazla, geleceğin planlamasını yapabilmek, zaten mümkün değildir.
İslam coğrafyasında, yaşanmakta olan savaşlar ve geri kalmışlığın temelinde de bu gerçeklik bulunmaktadır.
Oysa; İslam dünyası, 11-12 yüzyıllarda, felsefe ve bilimi esas alan İslam Rönesansı yönünde ciddi ilerlemeler kaydetmiş olmalarına karşın, daha sonra yönetici kadroların,kendi varlıklarının devamlılığı için, inancı siyasallaştırmaları neticesi, İslam toplumlarının geri kalmalarına neden olmuşlardır..
Bu süreçte; Batı toplumlarının , manevi evrenin özerk(laik) olma halini benimsemiş olmaları,bu ülke halklarını kilisenin baskısından kurtarmıştır. Böylece, Batı toplumları doğrudan zihin özgürlüğüne kavuşmuş, bunun yansıması olarak da, Batı’daki aydınlanma hareketi, sınıfsal bir topluma dayanması nedeniyle, reform ve Rönesans sürecinin yaşanmasına neden olmuştur. Fransız İhtilali’nin felsefesi olan
- Fraternité: Dayanışma/Kardeşlik
- Liberté : Özgürlük/Demokrasi
- Egalité : Adalet/Hukuk/Eşitlik
Bu sloganlar, tüm batı dünyasında, aydınlanma hareketinin başlamasına neden olurken,bu süreçte, Osmanlı İmparatorluğu, Max Weber’in tanımına göre, “Patrimonializm” alemin düzenini korumak ve yürütmekle görevli, Tanrı Halifesi olan Padişahın buyruğuna, halk, aklını teslim eder duruma gelmiştir. İşte Muhafazakar kesimin, sadakat, otorite ve kutsallık gibi düşünce ve davranışların temelinde, hala bu anlayışın yansımaları bulunmaktadır.
Cumhuriyeti kuran ve devrimleri yapan CHP’nin, yetmiş yıldan beri iktidar olamamasının elbette farklı sebepleri olmakla birlikte, muhafazakar kesimin, hala, Cumhuriyet Devrimlerini benimseyememiş olmalarının etkisi de büyüktür..
Ancak, günümüzde; CHP ile muhafazakar kesimin belirli bir kısmı arasında kurulan, Millet İttifakı (İyi Parti, SP, Deva ve Gelecek Partisi),uzun yıllardan beri, birbirlerine uzak duran , siyasi parti tabanları arasında, birbirlerinin felsefesini daha iyi anlamalarına neden olabilecektir.
Geçmiş yıllarda ve günümüzde, muhafazakar partiler, sosyal demokrat sloganları kullanarak,sol kesimden kendilerine yandaşlar kazanabilmişlerdir; ANAP ve AKP’nin ilk yıllarında olduğu gibi … Buna karşı, sosyal demokrat partiler , hiç bir surette, muhafazakar kesim tabanından oy alamamışlardır. AKP ve MHP’ye karşı kurulan “Millet İttifakı” ise aslında, sosyal demokrat sloganların, ilk kez muhafazakar tabanda, ortak bir dille söylenmiş olması,toplumu ayrıştırmak isteyenlere karşı, daha niteliksel bir düşün eylemi olmuştur. Ayrıca, muhafazakar kesim, CHP ile yapılan ittifak sayesinde, lidere biat etme kültüründen çıkarak, sorgular ve eleştirir konuma gelmiş ve bunun yansımaları mutlaka başka çevrelerde de boy gösterebilecektir.
“Ortak Akıl” anlayışının sembolü olan “Millet İttifakı” ; 2019 Yılında yapılan yerel seçimlerde büyük başarı göstermiştir. Bu durum,Cumhur İttifak’ını, kaybetmekte olduğu gerçeği ile yüzleştirmiştir.
Son günlerdeki hırçınlıkların nedeni bundandır.
Görünen o ki! Mevcut bu siyasi bölünmüşlük ortamında, CHP’nin tek başına İktidara gelmesi oldukça zor görünmektedir.
Güçlünün,fırsatları, tehdite dönüştürmekte olduğu bir ortamda;
Yapılması gereken, uzlaşma kültürünü geliştirmek ve hayatta kalmaktır.
İşte bu ortak akıl kültürü; açılmaz denilen bütün kapıları, sizlere açacaktır.