Yıl 1962.
Çocuktuk, hepimiz ailelerimizi sılada bıraktık, yeni bir yaşama merhaba dedik. En büyüğümüz 11, 12 yaşındaydı. İlkokulu bitirip , aradan üç ay geçince geldik Savaştepe tren istasyonuna. Yatılı öğrenci olacaktık. Yatılı ne demekti ? Öğrenecektik.
-Nasıl mı ? Yaparak yaşayarak.
Minicik ellerimizle , bücür boylarımızla , kocaman yüreklerimizle, akıllı ve zeki çocuklar olarak yatılı okuyacaktık. Eski deyimle ” leyli ” olacaktık.
Babam Balıkesir Lisesi’ne kaydımı yaptırmıştı . Balıkesir’deki anneannemde okuyacaktım. Babam ve annem Ergama’da ( Gökçeyazı) görev yapıyorlardı.
Rahmetli Şaziye halam kızı Saadet ablam, “Savaştepe’de gündüzlü öğrenci sınavları var , dayıma söyleyelim sen de benimle oku” dedi. Şaka ile başlayan Savaştepe öyküsü böyle başladı.
Ben gündüzlü öğrenci olarak, okuyacaktım. Halam ve eniştem beni evlatları gibi okutacaklarını söyleyip annemi de razı etmişlerdi. Gündüzlü , eski deyimle ” nehari ” sınavını kazanıp geldim Savaştepe İlköğretmen Okulu’na.
Talebe trenine bindik babamla. Balıkesir’den çıktık yola. Soğucak istasyonunda “çöp şiş” aldı babam. Keyifle yedim.
Babamın anlattıklarından çok heyecanlanmıştım. Savaştepe Köy Enstitüsü mezunu olarak , benim onun okulunda okumamdan çok keyif almıştı. Okulu nasıl yaptıklarını, duvar örmeyi, ağaç dikmeyi, keman ve bağlama çalmayı, marangozluğu ben okulumda öğrendim.. Bizi eğiten öğretmenlerimizin emeğini unutamam. Annesini yitirdiğinde 9 yaşında bir çocuktu, babamın acıları , yerli yerinde duruyordu.
Babaannemin , kaza geçirip hayatını kaybettiği Karacalar yolunu gösterdi uzaktan.
Gözyaşlarını benden sakladığını düşünüyorum.. ” Kara trenin , düdüğünü çok duyacaksın , rayların tıkırtısına bir türkü uyduracaksın, tren yollarında , gazete isteyen çocuklar için gazete biriktireceksin. Ve öğretmen olacaksın Fatma Zehra.. Anamın adı, ağzımın tadı , ilk göz ağrım kızım..”
İstasyonda taş binanın önünde durur trenler Savaştepe yazısını okursunuz.
İstasyondan uzun bir yol uzanır Savaştepe meydanına. İki yanında ağaçları olan, uzayan o yolda yürümek muhteşem bir güzelliktir.
O uzun yolda elinde tahta bavullarla gelenlerimiz çoktu. Belkide bizlerin o zamanlar deri bavulu yoktu !. İçimizde hiç zengin çocuğu yoktu. Bunu adım gibi biliyorum. Zenginin çocuğunun işi neydi yatılı okulda ? Hem de ilkokulu yeni bitirmiş bir çocuğun!..
Bizler , sümüğümüzü silmeyi anca öğrenmiştik . Saçımızı taramayı becermek için , saçlar ale garson kesildi. Kızların kulak memesi görünecek. Erkekler alaburus tıraş olacak . Asker tıraşına yakın sayılır.
Okulumuza gelir gelmez, sınıflarımızın neresi olduğunu öğrendik.
1/ E 1034. Kayıt tamamlandı. Babam sınıfıma götürürken , yatılı öğrencilerin bir hafta önceden derslere başladığını öğrendik. Babamın sınıf arkadaşı, daha sonra resim öğretmenim olacak olan, rahmetle andığım Kemal Şevik bey, beni sınıfıma getirdi. Kısa bir şaşkınlıktan sonra , sıraların en önüne oturdum. Zil çaldığında , yeni arkadaşlarımla tanıştım. Cıvıl cıvıldık. O zamandan bu yana 50 yıl sonra arkadaşlarım , yine ilk duydukları gibi seslenirler bana Fatma Zehra.
6/E olana kadar o güzelim kardeşlikte neler yaşamadık ki. Hüzünler, sevinçler, mızıkçılıklar, birbirimize şakalar, şakaların arasında kırmadan , dökmeden sitemlerle dolu dolu yaşanan bir 6 yıl..
Sınıfımı doğrudan geçince yatılılık hakkını kazandım. Yatakhanede yatıp, yemekhanede yemek yiyecek, etütlerde sınıfımla birlikte olacaktım. Çok renkli ve keyifliydi hayatımız. Zayıf aldığımda kaçan keyfimi , arkadaşlarımla gideriyordum. Beni teselli edenleri çok seviyordum. “Aman , boşver, gelecek yazılıda iyi alır kurtarırsın”
Yemekhanede bir curcunadır giderdi. Yemekleri beğenmeyenlerin başında geliyordum. İlk zamanlar aç kaldığım oluyordu. Daha sonra alıştım.
Sevdiğimiz ve bize evladı gibi davranan öğretmenlerimiz çoğunluktaydı. Yatılı okulda okumanın hüzünlü yanını onlar da biliyorlardı. Deyim yerindeyse el kadar bebelerdik.
Biz el kadar bebeler , ” öğretmen olmak ” için gelmiştik ana – baba ocağından buralara. Öğretmenlerimiz her fırsatta bizlere bunu anımsatırlardı. İyi birer öğretmen olmak, Savaştepe İlköğretmen Okulu’nun adını daha yükseklere çıkarmak. Onu yüceltmek.Okulumuzun , donanımı muhteşemdi. Biyoloji , Fizik -Kimya, Müzik, Resim -İş derslerimiz laboratuvarlarda yapılırdı. Beden Eğitimi ve spor okulumuzun en önemli ve rağbet gören etkinliği idi. Milli Oyunlar, deyince akan sular durur , biz coşku ile her yöremizin oyunlarını kızlı – erkekli kardeşçesine oynardık. Tiyatro ve Korolar. Mandolin gruplarımız. Bağlama grubumuz. Çok sesli koromuz ile ilgili bir anımı buraya not edeyim. Savaştepe İlköğretmen Okulu Kız Basketbol takımı , Balıkesirspor adı altında , Manisa’da yapılacak olan Türkiye Birinciliklerine katılacağız. Sınıf arkadaşım Kamuran Öztürk Pekyalçın ile birlikteyim. Derslerden hemen sonra sıkı antrenmanlar yapıyoruz.Beden Eğitimi öğretmenimiz Erol Özata bize göz açtırmıyor. Aynı zamanda çok sesli koroda da varız. Basketbol önceliği alıyor. Koroyu asıyoruz. Koroya arada bir uğrayıp , Müzik öğretmenimiz Mehmet Duru beye görünüyoruz. Mola verdiğinde soluğu antrenmanda alıyoruz.
O gün Kamuran ile koro çalışmasına gittik.” Fincanı taştan oyarlar ” türküsünü üç sesli olarak söylüyoruz. Başladık söylemeye. Öğretmenimiz az sonra , çalışmayı durdurdu. Kamuran , Fatma Zehra siz susun bakayım. Koro siz söyleyin. Birlikte katılmadığımız çalışmaların sonucunda , öğretmenimiz bizi korodan kovdu. Şimdilerde bunu öğretmenimize anlattığımızda , kahkahalarla gülüyoruz.
Tarım dersimize giren , babamın da öğretmenliğini yapan , Muharrem Tüzüner’i burada rahmet ve minnetle anıyorum.
Babamın öğrenciliğinde diktiği elma ağaçlarının , olduğu elmalıkta bizlere ağaçlara bakmayı, toprağı ekip biçmeyi öğreten , üretim ve eğitimi birlikte yapan o muhteşem eğitimden şimdilerde eser yok. Okulumuzda , babamın da minicik elleriyle taşıdığı tuğladan yapılan tüm binalar yıkıldı. O tuğlalar tren istasyonuna gelince , babamlar tek sıra olurlar, ve elden ele tuğlalar okula taşınırmış. Harç karmak, tuğla istiflemek, kum taşımak, kireç söndürmek dahil tüm inşaat işlerinde tüm öğrenciler ve öğretmenler birlikte çalışmışlar.
Savaştepe Köy Enstitüsü kurucu müdürü Sıtkı Akkay’ı burada rahmet, minnet ve saygı anıyorum.
Ağaç aşılamayı, bordo bulamacı yapıp asma budamayı öğreten öğretmenim, şimdi soğan ve patatesin durumunu görse, en çok biz öğrencilerine kızardı.. Ne oldu bu canım ülkemize diyerek..
Onun anlattığı Atatürk anıları hala daha belleğimde duruyor.
” Afyon tren garında Atatürk’ü karşılamaya giden öğretmenimiz, o kadar çok hayranlık duyar ki , öğrencileri ve halkı selamlarken , öğretmenimiz, sırasından fırlayıp Atatürk’e eliyle dokunur. Çok mutlu olur. “
Nöbetçi öğretmenlerimiz bizlerle birlikte sabahtan, gece yatana kadar , aramızda olurdu. Nöbetlerinde sınıflarımızı denetlerler, sabah bizi uyandırma servisi gibi yatakhanemizin kapısında olurlardı. Yatılı okulun sorumluluğunun zorluğunu Edebiyat Öğretmenim Meral Köz şöyle özetlemişti. Edebiyatçı olmasının özeniyle. ” Eline cam bir bardak veriyorlar,merdivenlerden inip, karanlıkta su dolduracaksın, kırmadan getireceksin ” İşte onun gibi bir şey , sizlere nöbetçi öğretmen olmak.
Bizler onların nöbetinin sorumluluğunun ağırlığını hiç böyle düşünememiştik o zamanlar.
Biz kendi tuttuğumuz , yemekhane, ve diğer sorumlu olduğumuz yerlerin nöbetini biliyorduk.
Biz, çocuktuk birlikte aynı sınıfın tahta sıralarında sabahın 7 sinden akşamın 10 na kadar oturanlar.Günümüz , sabah etütle başlar , derslerle sürer , akşam etütle biterdi . Yatakhanemize girince bir curcuna başlar. Koşuşturmalar, ütü odasında yaka ve önlük ütüleme sırası kapmak için sürerdi.
Hasta olanlar aramızda en sıcak sevgiyi ve şefkati görürdü.Kardeşimiz gibi birbirimizi kucaklar, sarmalardık. Memleketten gelen paketin içinden çıkanları , kardeş payı yapar , üleşirdik, bölüşürdük. Bizler öylesine bilinçle yetiştik ki, düşmanlığı öğrenmedik. İnsanın insana olan dayanışmasının değerini belledik. Her cumartesi sinemamıza Fitaş filmin en yeni ve önemli filmleri gelir, izlerdik. Bazen parasız kalırdık. Birbirimizden borç alırdık. Biz o borçları hiç geri ödemedik. Tiyatro oyunlarının okulumuzdaki gösterimleri şölene dönüşürdü.Biz öğrencilerin etkinliklerini izlemek için Savaştepe halkına özel gösterimlerde bulunurduk. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımızı Balıkesir Atatürk Stadyumunda sergilerdik. Balıkesir halkı sırf okulumuzun gösterilerini izlemek için stadyumu doldururlardı.
Duvar gazetesi için şiirler, öyküler yazar, karikatürler yapardık.
Sınıfımızın , en meşhur simalarından, dünyada karikatürü en çok çizilen karikatürist arkadaşımız İbrahim Tapa’yı bu sınıf gecemizin arefesinde kaybettik. Eğlencemiz yoktu bu buluşmamızda. Doyasıya sohbetleştik. Gidenlerimizden İbrahim Tapa, Şükran Dönmez Gün, Zehra Bozkurt Bal.. Işıklarda uyuyun.. Durağınız uçmağ olsun..
Yıl 2019 – 26 Nisan.Yer Kuşadası. Yıl buluşmamızı gerçekleştireceğiz. Son yıllarda birbirimiz bulup, birlikte iki gün geçirmenin keyfini yaşıyoruz. Anılar havada uçuşuyorlar. Buluşma yerine geldiğimizde , sanki ilk günün heyecanı ile birden çocukluğumuza dönüyoruz. Kucaklaşmalar , hasretle geçen yıllara inat en çocukça şakalarla sohbetler gırla gidiyor.. Anılar tazeleniyor. Oysa ;yeni yetme öğretmenlerden eser kalmamış. Hepimizin saçında aklar.. Yüzünde çizgiler.. Hastalıklara inat , en sağlıklı kavuşmalar bizim. Hepimizin yüreğinde memleket sevdası daha bir olgunlaşmış duruyor. Mustafa Kemal’in aydınlığında yetişen biz 6 / E sınıfında en mutlu oluncak durumun tespitini yapıyorum sınıf arkadaşım, Nafiz Yılmaz’a. Nafiz , bizim sınıftan hiç faşist olan yok biliyor musun ?
Bize emek veren, yurtsever ve çalışkan öğretmenlerimiz, bizi oya gibi işleyen Köy Enstitülü, kızlar, erkekler bizler çok şanslı olduğumuzu 50 yıl sonra bir kez daha anladık. Çok şanslıydık çok. Devletimiz ve öğretmenlerimiz bize ana – baba oldular. Dik durmayı, onurlu davranmayı, çok çalışmayı , Atatürk ilke ve devrimlerinin bekçileri olarak en iyi öğretmenliği yapmamızı bize kazandırdılar. Daha ne olsun du ki !..
Savaştepe’den mezun olup bizler dağıldık Anadolu’ya.. Siirt’e, Diyarbakır’a, Afyon- Emirdağı’na, Hakkari’ye, Adıyaman’a ,Urfa’ya, Mardin’e, Kars’a, Erzincan’a ve Sivas’a..
Karadeniz’in dağlarının en ucasına , Orta Anadolu bozkırlarının ortasına giden bizlerdik. Torosların en tepesindeki köylerde kaldı gençliğimiz..Ben Siirt ve Diyarbakır’a bıraktım otuzlu yaşlarımın yedi yılını.. Buraya yazmak kolaydır yedi yılı.. Öğretmenliğini düşünün o yedi yılın..Ve de yetmişli yılların ortasındaki koşullarını .. Yokluklarla ve yoksulluklarla boğuşan , feodal yapının kasıp kavurduğu Güneydoğu.. Şimdilerde GAP gezisine gidiyorlar.. Şimdilerde ne var ki GAP’ta şenlikli geziden başka.. Güzelliklerle , varsıllıkla gezilen yerler.. On kardeşin üçü aynı sınıfta okuyan öğrencilerin öğretmeni olun da , sizi alnınızdan öpeyim..
Biz , Savaştepe İlköğretmen Okulu’nun 6/E sınıfının çocukları olarak, geleceğimize dair kaygılarımızın ortak olmasından, sevinçlerimizin aynısının olmasından keyifliyiz. Hiç ayrışmadan geçen 50. yılın bu kutlamasında tek dileğim var, 51. yılda aynı çocuklarla , yeniden buluşup, hasret giderip yaşamak.
Buradan sesleneyim, eyyyy 6/E ler… Mızıkçılık yapıp gelmemek yok. Tamam mı ?
Gelmeyenler için haince planlarım var. Ona göre , şimdiden Balıkesir’de memleketimde yapacağımız 51. yıl kutlaması için , hazırlanmaya başlayın emi. Zaman dediğiniz nedir ki ? Giren ay, çıkan ay, şinanay, okadar. 51. yıl buluşmamızın hazırlayıcıları olan Osman Yaşar Özdemir, babamın oğlu Ali Sakin, beni yormadan ,bizimkisilerin , 6 / E lilerin kalacakları otel rezervasyon işlerini yapın gari..
6/E liler ;
” Bak ; konuşanlar diye hepinizin numarasını tahtaya yazar, nöbetçi öğretmene veririm”
Anlaşıldı mı ?
Balıkesir’den selam olsun hepinize..
Balıkesir’de her şey çok güzel olacak.