Başlık, uydu mu bilemiyorum? Uysa da uymasa da, attım bir kere. İnadım inat, aklım iki kanat. Nereye uçar? Nereye konar? Neye yanar belirsiz. Belirsizlikler içinde, belirsiz davranışlar, insanı, insanları bu kadar çileden çıkaran görüntü, saz, söz ve yaftalamalar, kocaman kocaman bu harflerin içine sığmıyor. Mızrak çuvala sığmıyor.
Mızrak çuvala girmiyorsa, ya mızrakı küçülteceksiniz veya çuvalı büyüteceksiniz. Olmazsa; çuval omuzda, mızrak elde, ok yayda gerili kalır. Ama nereye hedef alır, Elif.Lam. Mim,
LORD BYRON diyor ki; “Ekmekten sonra, eğitim bir milletin büyük gereksinmesidir.”
Cümleye katılıp katılmamakta, tamamen özgürsünüz. Kimse size ne baskı yapabilir, ne de size bir soru açabilir? Yaşananlardan ve yaşanacaklardan herkes, kendi nasibini alır. Harman yerinde; seç samandan ayrılınca, samanlar HARARA, seçler ÇUVALA doldurulur. Cümlemi, girer kelimesiyle bitirmedim. Kasıtlı olarak doldurulur diye noktaladım. Birileri kafanızı ne ile doldurur sizin sorununuz? Paylaşmak boynumuzun borcu.
Saman harmanda kalırsa, rüzgarlar alır, götürür, doğaya dağıtır. Seç çuvala doldurulmazsa, kurda, kuşa yem olur. Evde ekmek olmaz. Ekmek; “Tanrı daamı..” diye belledik. Kırıntısını bile sebil etmek, atmak, basmak, ekmeği kırıntılamak; insana, emeğe, Tanrı’ya hakaret olarak algılanır. Ama ancak ve lakin; büyük şehirin sokak ve caddelerinde ki çöp konteynırlarına atılan kuru, küflü ekmek poşetleri insanın dikkatini çekiyor.
Eğitim, adı üstünde MİLLİ, Maşallah Milli!. Milli yerine ÜMMİ demek daha akılcı olur. Sokakta rastladığım her öğrenci velisi eğitimden yakınırsa, elbet bunda bir iş var, diyerek sorgulamak gerekir. Dün tarikatların, cemaatlerin elinde bulunan eğitim; bugün adı bilmem ne şirketlerinin elinde, kurs veya özel okullar olunca; adı eğitim olmuyor. ÖĞRETİM oluyor. Çocuklarımız, gençlerimizin hepsi öğretimden nasibini alıyor. Ancak EĞİTİM ve ÖĞRETİM, ATBAŞI giderse, öğrenilenler davranışa dönüşürse başarı gelir. Gerisi, dostlar alışverişte görsün olur. Gidin bakın özel okul ve kurs merkezleri çevre kafe ve sokaklarına bir bakınız.
Can alıcı yanı; zamanında verilmeyen eğitim; çevremizi, cebimizi, tüm yaşam alanlarımızı kapsar. Sonrası is, pis, nahoş kokular içinde debelenip kalırız. Çevre, kültür, ekonomik anlamda yapılan ve yapılacakları yazmıyorum. Önümüz bahar, kırlara, bayırlara, çayırlara açılacağız. O çeşme başları, mesire yerlerinin, son halini siz takdir ediniz. Gösteriş budalası, külhan beyi, neme lazımcı davranışlar içinde ortalık duman dumana, tozdan, kokudan, bira kutuları, cam şişeler, yemek artıkları, ortalığa serpilmiş değişik renk ve boyda poşetler, “Al beni beni, sar beni beni… diye sanki türkü söylüyor, akşamın karanlığından, sabahın seherine kadar…
* İ D U R A K İ * bu konulara neden takıldı? Her yıl 3 Mart 1924 “ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASININ” kabul günü olarak kutlanır, Şeriat Hukuku’nun kaldırılmasının yıl dönümüdür. Anımsatma gibi bir görevim yok. Ama ancak ve lakin, taşımalı eğitim başlayınca, sabahın seherinde evlerinden, köylerinden alınarak kilometrelerce bozuk yollarda hoşafı çıkan öğrencilere ne verebilirsiniz ki?
Öğrenci servislerinin sürücülerinin zamanında okula yetiştirme telaşı, serviste uyuyup kalan yavruların durumları ayrı bir konu. Yürekler acısı durumlar, can yakan davranışlar, gerçek eğitim -öğretim ekonomik çıkarlara terk edilemeyecek kadar değerli ve önceliklidir.
Şimdi seçim zamanı, geçim zamanı. Seçimi geçeriz. Ama, “Çağdaş uygarlık” okulunda ki sınıfı geçebilir miyiz? Kuşku, bilimin ve ilimin temelidir. İlim ve bilim bu temel üzerine inşa edilir. Eğitimin ve öğretimin asıl temeli; “YAPARAK, YAŞAYARAK ÖĞRENMEDİR” ÇOCUK; oyunla, oyunda öğrenir.
“DUR,! YAPMA! SUS! KONUŞMA!…” diye bir EĞİTİM- ÖĞRETİM yok artık.