Evet, bugün “23 Nisan’’dır; ulusal büyük bayramdır.
Tam adı “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’’dır.
Demek oluyor ki hem ulusun bayramı, hem de çocukların bayramıdır.
Bir burukluk içinde olunsa da nicedir; hem ulus, hem de çocuklar, 23 Nisan’da yine de neşeyle dolmakta…
Peki “ulus” neydi, “millet” kimdi?
Kurtuluşla bağımsızlığını kazanan, bu toprakları vatan yapan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran “Türkiye halkı” idi.
Kökü kökeni ne olursa olsun, o “kurucu” halkın adıdır Türk Ulusu-Türk Milleti.
İşte, Atatürk’ün “Türk Ulusu-Türk Milleti” tarifi.
Peki, bu bayram neyin nesi?
Nedir ulusla, milletle ilişkisi?
İşte bu nokta, en önemlisi!
Çok çetin mi çetin geçer hikayesi.
Zaman, 1920 öncesi.
Üzerinde yaşanan bu topraklar, henüz “vatan” filan değildi.
Peki, neydi?
Padişahın, ailesinin ve sülalesinin “mülkü- hanesi”ydi.
Üzerinde yaşayan insanlar da, “millet” filan da değildi.
Sadece “ahali”ydi.
Ortada vatan olmayınca tabi ki ahali de “vatandaş” değildi.
Sadece padişah ve ailesinin kulları olan büyük kalabalık kitlesiydi!
Bunlar, bir tartışma konusu filan değil, tarihsel gerçeğin ta kendisi.
Padişah ise bu milyonlarca kulun en “şahanesi”ydi ve de efendisiydi!
Kendilerine sonradan aldıkları bir unvan da Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi anlamına gelen, bütün Müslümanların halifesi!
Tek kişi, tek güç, tek hakimdi.
Hikmetinden sual olunmaz, herkesi, her yeri ve her şeyi, ağzından çıkan tek sözle “tek elden yönetme” iradesi.
Asla sorgulanamayan, sonsuz ve sınırsız yetkisi!
Hem halife olarak ‘hikmeti ilahi’ hem de ülkenin, devletin tek sahibi olup, her şeyin dünyevi tek hakimiydi.
Türkçe ifadeyle de tek egemeniydi.
Hakimiyet yani egemenlik yetkisi “kayıtsız ve şartsız” padişahın idi.
Astığı astık, kestiği kestikti.
Osmanlı devleti, büyük bir imparatorluktur.
Gün gelir, imparatorluklar çağı, dünyada artık kapanmaktadır.
Osmanlı, bu değişimin hem gerisinde hem de dışında kalır.
Değişen imparatorlukların yerini artık “emperyalist devletler” alır.
Güçlü emperyalist devletler, değişime ayak uyduramayıp, giderek dağılarak zayıflayan Osmanlı’nın topraklarına, başta büyük enerji kaynakları olmak üzere, bütün yer üstü kaynaklarına göz koyan emperyalizm, toptan saldırır.
Sonunda Osmanlı ülkesi parçalanır ve toprakları işgal altına alınır.
Dayatılan Sevr, Mondros gibi antlaşmalarla orduları dağıtılır, silahları toplanır.
Subayları tutuklanır, sürgüne yollanır, askerleri terhis edilip eve yollanır.
Bu durum karşısında padişah, sadece tacını-tahtını korumanın dışında çaresiz kalır ve koca devlet dağılır.
Millet, memleket tam olarak perişan ve sahipsiz kalır.
İşte tam da bu koşullarda, Mustafa Kemal önderliğinde yurtsever subaylar öne atılır.
Samsun’dan yola, Anadolu’ya çıkılır.
Kongreler toplanır ve kararlar alınır. Amasya’dan bağımsızlık genelgesi yayınlanır:
“Milleti, yine kendi azim ve kararı kurtaracaktır.
Ülke bir bütündür ve parçalanamazdır.”
Sonunda Ankara’ya varılır.
Dört bir yandan, millet adına temsilciler toplanarak, 23 Nisan 1920, Ankara’da bir meclis açılır:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi- TBMM” adını alır.
Yüzyıllardır ”egemenlik hakkı” zorla elinden alınan Türk Milleti, TBMM’nin kurulması ile egemenliğini kazanır.
Padişahın yani sarayın elinden hakimiyet(egemenlik) geri alınır.
Artık “egemenlik artık ‘kayıtsız şartsız’ şurtsuz milletindir, halkındır.”
Kendi kaderi ve geleceği hakkında karar verme gücünü ve yetkisini eline alan milletin iradesiyle, Mustafa Kemal önderliğinde, TBMM ile emperyalizmin ülkeyi işgaline karşı kurtuluş Savaşı başlatılır.
Mustafa Kemal, kurtuluşun başkomutanıdır.
Millet, TBMM eliyle, kendi kaderini, kendi eline alır.
Sonunda, 9 Eylül 1922, İzmir’in kurtuluşu ile emperyalistler ülkeden, sökülüp atılır, bağımsızlık kazanılır.
Padişah ve hanedanı, ailesi, savaş gemilerine binerek İngiliz’lere sığınır.
Millet hem kurtuluş savaşı ile ülkesini kurtarır, hem de egemenlik hakkını, gücünü ve yetkisini eline alır.
Tek kişinin iradesinin yerine milLet “egemenliği”ni kazanır.
Kazandığı “Millet egemenliği” ile Cumhuriyetin temelleri atılır.
Halkın, seçtiği temsilcileriyle, kendi kendini yönetmesi olan parlamenter
demokrasinin de yolu açılır.
İşte 103 yıldan beri her 23 Nisan, bu yüzden ulusal bir bayramdır.
Egemenlik padişahtan alınmış, millete verilip TBMM açılmıştır.
Millet, kendi egemenliğini kazanmıştır.
“23 Nisan” işte bunun için en büyük ulusal bayramdır.
“Ne iyi oldu, çok iyi oldu” anlamındadır.
“Millet, kendi egemenliğine kavuştuğu için bayramdır.
‘’İyi ki de oldu.’’ anlamındadır.
Ata’ya göre de, geleceğin sahibi mademki ve elbette çocuklardır.
O halde bu bayram, çocuklara armağandır.
O gün, bu gündür kutlanmaktadır; sonsuza kadar da kutlanacaktır.
Egemenliğini zorla kazanan milletin/halkın, artık “kayıtsız-şartsız” kazandığı egemenlik hakkı elinden asla alınamayacaktır.
103 yıl önce kazanılmış olan “ulusal egemenlik, haksız hukuksuzca, akıl almaz tertipler ve oldu bittilerle bugün tek kişi zihniyetiyle ne yazık ki adeta “ulusa egemenliğe” dönüştürülmüş durumdadır.
Ancak ulus-millet-halk, tam 103 yıl önce kazandığı “egemenlik” hakkına 14 Mayıs günü oyları ile elbet yine sahip çıkacaktır.
Tek kişilik mutlakiyet rejimini sandığa gömerek, egemenlik hakkını elbet savunacaktır.
Mutlakiyetçi diktacıların hevesleri kursaklarında kalacaktır.
Ne saray, ne padişah, ne sultan?
Atatürk’ten armağan,
Yaşa 23 Nisan.