İşgal edilmiş bir ülkenin komutanı olarak kurtuluş savaşı vermek için yola çıkan Mustafa Kemal TBMM’yi açarken meclisin duvarına “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ifadesini koyduğunda; birçok insan bu yazının hilafeti ve saltanatı fiilen kaldırmak, iradeyi de gökten yere indirmek olduğunun farkında değildi…
Saltanatın iki yıl, hilafetin dört yıl sonra kaldırılması, hatta laikliğin de on yedi yıl sonra anayasaya girmesi işin resmi yanıydı.
Tabii öyle kolay olmadı.
Milletvekillerinden bir kısmı padişaha bağlılıklarından, bir kısmı korkularından saltanatın kaldırılmasına “evet” diyemiyorlardı.
Oysa Mustafa Kemal kararını çoktan vermişti. Samsun’a çıktığında ülkeyi hem işgalcilerden, hem de ; “ Zorla Türk milletinin hâkimiyetine el koymuşlardır” dediği Osmanoğulları’ndan kurtaracaktı.
Kurtardı da…
600 yıllık şeriatçı, monarşik diktatörlüğe son verdi.
Onun hedefi meclis, güçlü ekonomi ve de tam bağımsız olmaktı.
İnsan bu. Herkesin bir fıtratı var. Kimisi kul- köle kimisi işbirlikçi, kimisi de bağımsızlıkçı olur.
Öyle bağımsızım demekle bağımsız olunmaz.
Peki, nasıl bağımsız olunur?
Bayrak, vatan, dil, millet yetmez mi?
Yeter, bunlarla bağımsız olunur; ama tam bağımsız olmak için bunlar da yetmez.
Yani!
Eskiden yarı sömürge diye bir kavram vardı; küreselleşmeyle birlikte yarı bağımlı kavramını türettiler. Daha az incitici oluyormuş!
Bu tür ülkelerin de bayrağı, dili, toprağı vardı ama kendi gelecekleriyle ilgili kararları kendileri veremiyorlardı.
“Ya istiklal ya ölüm” diye yola çıkıp vatanı kurtaran, cumhuriyetin insan malzemesini yetiştirmek için on yılda mucizeler yaratan Mustafa Kemal, bize bütün dünyanın saygı duyduğu tam bağımsız bir ülke bıraktı.
İşte onun için o bizim Atatürk’ümüz…
İşte onun için biz onu ve devrimini size yedirmeyiz…
İşte onun için yaşasın tam bağımsız demokratik Türkiye diyoruz…
İşte onun için yaşasın 23 Nisan;
Yaşasın ulusal egemenliği şiar edinen çocukların bayram diyoruz…