29 Ekim 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1908 devriminden hemen önce ve sonrasında özellikle baş gösteren Kürt hamalların direnişini ve yine o yıllar süreci içinde İstanbul içinde çok hızlı gelişim gösteren kadın hareketlerini yeni kurulan devletin kimliği açışından çok farklı okudu…
Biz konumuz gereği o grevleri ve Kürt hamalların direnişini ve süreci önce bir hatırlayalım…
24 Temmuz 1908 devrimi öncesinde en az 29 büyük grev olmuş… Efendim ne iş yeri vardı ki ne olsun diyemezsiniz en az 400 binin üzerinde işçi var.. Ve grevler önemli sanayi kollarında… Elbette bu sanayi kollarının sahipleri yabancı ülkelerin… Yani dönemin emperyal güçlerinin…
24 Temmuz 1908 devrimi oluyor hemen arkasından üç ay içinde Bulgaristan bağımsızlığını ilan ediyor ama önden daha önemlisi Avusturya Bosna-Hersek bölgesini topraklarına katıyor. Olay 5 Ekim’de oluyor, 6 Ekim’de bir anda Avusturya mallarına karşı boykot kararı alınıyor. Ve bu boykot tam 5,5 ay sürüyor. Boykota tüm Osmanlı halkı yani Rum’undan Ermeni’sine Kürdü’ne kadar herkes katılıyor.. Ancak burada ilginç bir ayrıntı var. Bu boykotun başarısında en büyük pay Kürt hamallarda oluyor. Yaklaşık 20 bin Kürt hamal Saidi Nursi’nin devreye girmesiyle tam bir grev yapıyor ve gelen gemiler limanlardan boşaltılmıyor. Sonuçta hem Avusturya’da enflasyon yükseliyor, hem Osmanlı’da… Sonunda araya giriliyor Osmanlının orada kalan malları için (Bosna’da) 2,5 milyon altın ödeme şartı ile boykot kaldırılıyor.
Osmanlının grev geleneği var mı?
(*)1500’lü yıllar da satın alma güçlerindeki düşüşü protesto amacıyla cami inşaatında çalışan taş yontucuları işi bırakır…
1587 yılında inşaat işçileri “yevmiyeyi ziyade vermezseniz işlemesüz” deyip işi durduklarında dönemin padişahı bir fermanla şöyle buyurmuştur: “Ziyade yevmiye talep edenlerin haklarından geline!” O yıllarda inşaatta çalışanların ücretlerinin üst sınırı merkezi otorite tarafından fermanla saptanıyordu.
Ocak 1867’de “alacaklarını elde edemeyen kadın işçilerin bir devlet dairesinde bağırıp çağırması ve gürültü çıkarması olmuş…
25 Ocak 1872 yılında ilk grev İngiliz işçiler tarafından İstanbul Hasköy tersanesinde olmuş. 500-600 arası işçi katılmış greve…
Yine Abidin Dino kaynaklı bir bilgi notunda 1473 yılında İznik seramik ustalarının paralarını alamadıkları için işi bıraktıkları yazıyor…
İlk toplu sözleşmenin 1815 yılında İngiltere’de yapıldığı biliniyor.
Ancak Kütahya Arkeoloji Müzesi’nde bulunan bir belgede 1764 yılında çini atölyesinde çalışan işçilerle iş sahibi arasında benzer tutanaklar yani iş sözleşmesine benzer tutanaklar yer alıyor…(1)Kaynak: Tarih ve Toplum dergisi Kasım 1993)
1908 devrimi öncesinde işçinin grev olayını gören İttihat ve Terakki 1909 yılında Tatil-i Eşgal kanununu çıkartıyor ve bu kanun 1963 yılında kaldırılıyor. Kanuna göre hem kamu kurum ve kuruluşları ile hem imtiyaz almış şirketlerde çalışan işçilere grev yasağı getiriliyor ancak örgütsüz ise grev serbest oluyor…
Cumhuriyet Devleti kurulduktan sonra devletimiz grev olayını yabancı şirketlere karşı çok dikkatli ve akıllı bir şekilde kullandı. 19 Kasım 1923 tarihinde Şark Demiryolları’nda yaklaşık 1400 işçi greve başlayarak yeni devlete merhaba dedi. Grev 27 Kasım da sona erdi.
1923 yılında ilk kez resmi olarak “Amele Bayramı” olarak kullanılmıştır.
1925 yılında çıkan olaylar nedeniyle yasaklanmıştır.
1933 yılından itibaren işçi olaylarına ve greve yasak getirilmiştir.
1935 yılında 1 Mayısa “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı verildi ve ücretsiz tatil günü ilan edildi. 1950 seçimlerine yakın yeniden işçi haklarına önemli kazanımlar eklenmeye başlandı. 1963 yılı önemli… 1909 yılında çıkarılan Tatil-i Eşgal kanunu, 1963 yılında kaldırılıyor. 1980 darbesiyle 1 Mayısa verilen “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı kaldırıldı.
1 Mayıs ile başladık nereden nerelere geldik…
1 Mayıs şenliklerinde boy göstermek değil 1 Mayıs ruhunu özümsemek çok önemli ve anlamlıdır…
1 Mayıs emeğin bilincinde olmak demektir.
1 Mayıs emeğin bayramıdır tamam da o emeğin üretim değeri olmalıdır dediğimizde ise vereceğimiz yanıtlar o kadar farklılaşacaktır ki…
O nedenle önce insan olduğumuzun bilincinde olacağız. Allahımız bir olacak yani “mülk Allahın” olacak yani mülkün peşinde koşan bulduğunda da onu kendisine Allah yapan insanlardan olmayacağız.
Bugün sermaye; bırakın iş hayatını toplumun din hayatını da yönetiyor. Oysa peygamberler ilk ortaya çıktıklarında gerçekleştirdikleri komün topluluklarında önce parayı def etmişler ve emeği, üretimi baş tacı etmişler ve insana mala mülke teslim olmayın emeğinizin ürettiğiyle ayaklarınızın üstüne yaşamaya çalışın demişlerdir. Ancak ilk fırsatta hakim güç insanın içindeki o egoyu kullanarak bu sistemleri alt üst edip kendi çıkarları için kullanmaya çalışmıştır.
O zaman 1 Mayıs, üreten insanın ürettiğinden kazandığını verilen emek doğrultusunda paylaşan insanların alın teriyle ve mücadelesiyle anlamını bulacaktır, dersek daha doğru söylemiş oluruz. Bunun devlet anlamında tanımını da önderimiz Atatürk yapmıştır. Ürettiğimizden fazlasını elbette diğer ihtiyacı olan ülkelerle paylaşmak amacımızdır.
Ancak silahın gölgesinden beslenenler paylaşmaz, hepsini yemek ister… Karın tokluğunu da din ile doldurup insanı afyonlanmış hale getirerek çözerler… Gemilerini dalgasız denizde yüzdürmenin keyfini sürmek isterler…
1 Mayıs, dalgasız denizde keyif sürmek isteyenlerin korktuğu gün olduğunda anlamını bulur…
1 Mayıs sadece üretmek değil aynı zamanda üretime katkısı olanların hakça paylaşımdan payını aldığında bir değeri olacaktır… Alın terine anlam ve değer verildiğinde yerini bulacaktır. Önce ülkesine sonra da dünya ülkelerine hizmet ettiğinde anlamını bulacaktır.
Yani 1 Mayıs bir bilinç olayıdır.
Bu bilincin değerini üretimiyle ortaya koyanların ve ortaya çıkardıkları + değeri hakça paylaşanların bayramıdır, 1 Mayıs…
Dünya üzerindeki kavganın temel nedeni de budur.
Bayramın/mız kutlu olsun… Vecdi Yılmaz
*Montaigne 5 asır önce söylemiş bu sözü; “İnsanlar bir solucan bile meydana getiremez, ama düzinelerce Tanrı yaratır.”
Sizin, bu satırları okuyan dostlarımın kaç tanrısı var, bilmiyorum…
Tanrınız aklınız ve üretme gücünüz ve buna duyduğunuz saygı ile sevgi ile anlamını bulsun…
Yaşasın insanın üretme gücü ve hakça paylaşımı…