19’ncu yüzyılın sonunda (1894) Fransa’da Yahudi kökenli bir subay olan Alfred Dreyfus, haksız yere casuslukla suçlanarak askerî mahkemede yüzeysel bir yargılama sonunda hüküm giyer. Bu yargılama sonucu, başta ordu ve yargı olmak üzere ülkenin tüm kurumlarını temellerinden sarsan bir toplum olayıdır. Bu yargı yanlışlığını bu denli önemli kılan, büyük Fransız natüralist yazarı Emile Zola’nın 18 Ocak 1898’de L’Aurore gazetesinde yayımladığı “Suçluyorum” (J’accuse) adlı, cumhurbaşkanına hitaben yazdığı açık mektuptur. Bu mektup, benzerine az rastlanır bir aydın başkaldırısının somut ve görkemli bir örneğidir.
Olay, 1894’te hem Paris’teki Alman Büyükelçiliğinde hizmetçi hem de Fransız Haber Alma Örgütünde gizli ajan olarak çalışan bir kadın görevlinin, Alman askerî ataşesi olarak çalışan bir Alman yarbayının çöp sepetinden alıp getirdiği öne sürülen bir mektupla başlar. Mektup, Fransız ordusundaki düzenlemeler hakkında bilgi vermektedir. Kuşkulanılan dört subay arasından, mesleğinde çok başarılı ama Yahudi kökenli Yüzbaşı Alfred Dreyfus öne çıkarılır ve tutuklanır. Bu arada sağcı Fransız basını saldırıya geçer. Yalnız “hain” Dreyfus’ü değil tüm Yahudi topluluğunu suçlar, kitleleri kışkırtır. 22 Aralık 1894’te kamuya kapalı olarak yapılan bir duruşma sonunda Dreyfus’ün rütbesinin geri alınmasına ve kendisinin yaşam boyu sürgün edilmesine karar verilir. 6 Ocak 1895’te Askerî Okulun avlusunda bir tür karşı törenle suçlunun (!) rütbeleri sökülüp kılıcı kırıldıktan sonra “Kahrolsun Yahudiler!” haykırışları arasında Dreyfus Şeytan Adası’na sürgüne gönderilir.
Sürgünden sonra, Dreyfus’ün mahkûmiyetinde önemli payı olan albayın yerine atanan Albay Picquart, yaptığı araştırma sonunda asıl suçlunun Dreyfus değil Esterhazy adlı bir subay olduğunu saptar ve bu durumu üstlerine bildirir. Ancak üst düzey komutanlar onu bu işin üstüne gitmemesi konusunda uyarırlar: “Bir Yahudi Şeytan Adası’nda kalmış, kalmamış, sana ne?” derler. Picquart görevinden alınarak Tunus’a sürülür.
Dreyfus’ün suçsuz olduğuna, gerçek suçlunun Esterhazy adlı subay olduğuna ilişkin belgeler; milletvekillerine, senatörlere, bakanlara, cunhurbaşkanına gösterilir, Ama neredeyse hiç kimse bu durumu önemsemez bu belgeleri, “ordunun onuru, ulusun çıkarı” söz konusudur. Esterhazy, tanıklar ve belgeler nedeniyle askerî mahkemeye çıkarılır. 10 Ocak 1898’de üç dakikalık bir yargılama sonunda mahkemece aklanır.
Bu mahkemeden üç gün sonra 13 Ocak 1898’de büyük romancı Emile Zola,
SUÇLUYORUM
Sayın Felix Faure
Cumhurbaşkanı
Sayın Başkan,
diye başlayan açık mektubunu L’Aurore gazetesinde yayımlar. İşte bu mektuptan bazı cümleler:
“Haklı ününüz konusunda kaygılanmama ve parlak yıldızınızın, lekelerin en utanç vericisi ve en silinmezinin tehdidi altında bulunduğunuzu söylememe izin verir misiniz?”
“Şu iğrenç Dreyfus olayı, adınız üzerinde ne korkunç bir çamur lekesi. Bir askerî mahkeme emir üzerine bir Ezterhazy’yi (asıl casus subay) aklamayı göze aldı. Her türlü gerçeğe, her türlü adalete son bir tokat daha atıldı. Fransa’nın yanağında böyle bir leke var. Tarih böyle bir cinayetin sizin başkanlık döneminizde işlenebildiğini yazacak.”
Zola mektubunun sonunda bir yarbayı (Du Paty de Clam), beş generali (Mercier, Billot, Boisdeffre, Gons, Pellieux), üç yazı uzmanını, Savaş Bakanlığı dairelerini, iki gazeteyi (L’Eclair ve L’Echo de Paris), askerî mahkemeyi suçlar.
Bizim “aydın” sözcüğümüzün karşılığı olan “intellectuel” sözcüğü, “Suçluyorum”un yayımlandığı sıralarda Dreyfus karşıtı tutucu, sağcı yazarlarca aşağılayıcı bir sözcük olarak Dreyfusçüler için kullanılmış. Onlarsa bu sözcüğü bir tür meydan okumayla olumlu bir terim olarak kullanmışlar, benimsemişlerdir. Bu bakımdan bir anlamda, Zola’nın ilk aydın olduğu söylenebilir.
Ne var ki kışkırtılmış cahil kalabalıklar sokaklara dökülüp “Kahrolsun Zola!” diye haykırırlar. Zola’nın cumhurbaşkanına yazdığı mektubu yayımlayan Aurore gazetesi toplanıp meydanlarda yakılır. Sağcı basın yoğun bir saldırıya geçer: “Yarı İtalyan, çeyrek Yunan, çeyrek Fransız; yani üç dört kez kırma Zola hiç de güzel bir insanlık örneği değil.” diye yazar.
Zola’nın ardından; gerçekten, adaletten, hukuktan yana olan başka aydınlar da seslerini yükseltir. Romancı Anatole France, ozan Mallarmé, ressam Monet, matematikçi Poincare, politikacı Clemenceau davanın yeniden görülmesini isteyen “Aydınlar Bildirisi”ne imza atarlar. Siyasal iktidar ve ordu Dreyfus’ü mahkemeye çıkarır. 23 Şubat 1898’de Dreyfus karşıtlarının “Kahrolsun Zola! Yaşasın ordu! Kahrolsun Yahudiler! Yaşasın jüri!” haykırışları arasında Zola 3.000 frank para ve bir yıl hapis cezasına çarptırılır. Kışlalarda kitapları yakılır.
Bu sıralarda solun ünlü politikacısı, felsefeci ve tarihçi Jean Jaures ortaya çıkar ve gazetesi La Petite Republique’te “Kanıtlar” başlığı altında gerçekleri yazar.
10 Eylül 1899’da gerçeklerin artık gizlenememesi üzerine yeni Cumhurbaşkanı Emile Loudet istemeye istemeye Dreyfus’ü bağışlama kararını imzalar.
1900 yılındaki genel afla gerçek suçlular da yakayı sıyırır. Zola yeni cumhurbaşkanına da “Suçluyorum” başlığı altında bir açık mektup yazar: “Gerçeği gömmeniz boşuna, toprağın altında yol alıyor, bir gün her yandan fışkıracak, öç bitkileri olarak açacaktır.”
21 Temmuz 1906’da Alfred Dreyfus bir süvari bölüğünün komutanıdır. Birliğinin önünde Légion d’honneur nişanıyla onurlandırılır.
Dreyfus olayı ve Zola’nın mücadelesi 120 yıldır tüm dünyada unutulmadı, Tüm insanlık bu onurlu mücadelenin önünde saygıyla eğiliyor. Aydın sorumluluğu, adalet, eşitlik, gerçeğe ulaşma çabası ve cesaret konularında bugün de Zola’dan öğreneceğimiz çok şey var.
Kaynak: Suçluyorum
Yazan: Emile Zola
Çeviren: Tahsin Yücel
Can Yayınları, 2014