“Sanal zamanına düştüm şiirin
Balkonumda ıslak bir güz sonu
Daha da inceldi yüzüm orada
Saydam tenimde yıldız ve çiy kokusu
Süzülerek mi indi imgesi ay ışığının
ansızın buluta dönüştürdüm yağmuru
Eskiyen yüzümün gümüş parıltısı
Donattı yaşam denen o sonsuzluğu
Ne ölüm var artık ne de yalnızlık
Uyudum bir çiçeğin sanal uykusunu”
Ahmet UYSAL
İki bin on bir yılının üç Temmuz’unda aramızdan ayrılan şair, son soluğuna kadar Körfezin ve Kazdağı’nın şiirini yazdı. Öyle ki ölümünden bir gün önce, üzerinde çalıştığı bir Edremit şiiri üzerine konuşmuştuk. Ertesi gün kalp krizinden sonsuza karıştığı haberini aldım.
Kuşlarla konuşup, çiçekleri okşayan, dalgaların ucundan ak köpükler toplayan Şiiradam, o çok sevdiği zeytin ağaçlarının altında sonsuzun türküsüne karışıyor artık. Yıllardan beri her sabah, onun gönderdiği şiirlere öylesine alışmıştım ki; yeni başladığı dizelerin içinde günlerce dolaşır, sevgi dolu bir bahçıvan gibi kelimeler devşirirdi hayattan. Her sözcüğü doğayla, mitolojiyle, aşkla örtüşürdü. Yani yazıp söylediklerinin karşılığı mutlaka vardı. Bu yönüyle yarının okuruna da seslenen bir şiir diliydi onunki. Yaşama sevincini şakıyan serçenin, ışığa yüzünü dönen ayçiçeğinin, toprağın derinliğinde soluyan hayatın, şimdilik sınırsız varsayılan evrenle birlikte dönen dünya ve doğaya özge sınırsız-bitimsiz türeyişin ayrımındaydı o.
Ömrünün karmaşık nakışını tel tel ayırır, onlara yeni renkler, yeni tanımlar yakıştırırdı. Güz Şiirleri, Bahara Övgüler, Librettolar, Troyada Opera, Sonsuz ve Uzak vb. dosyalarının içerdiği şiirleri her okuyuşumda hayatın anlamını bir başka kavrıyorum. Ahmet Uysal, ayrıntıdan bütüne, bütünden ayrıntıya gidiş gelişlerinde çözümlemelerini şiirin diliyle yapardı. Birileri bu yüzden olsa gerek çok yazdığının, çok yayınladığının dedikodusunu yapıp durdular. Oysa doğa, pek az kişiye kısmet olan bu yeteneğin dağıtımında onun şair kimliğine cömert davranmıştı. Bu gerçeğin ayrımında olanlar şairi ödüllerle taçlandırdılar elbette. Kimileri bu durumu görmezden gelmekte ısrarcı davranarak eleştirilerini sürdürdüler. Bu tayfanın düşüncelerine akıl erdirmek zor. Geçmişte vardılar, şimdi de varlar, gelecekte de olacaklardır.
Şair Ahmet Uysal, “Sularla” ve Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülünü alan (1998) “Uzak Yazlarda” isimli şiir kitaplarının içerdiği dizelerle insan kimliğimizin anlamını iyice inceltmişti. “Acının Gümüşü”ndeyse, rüzgârı öpme vaktinin geldiğini, insanın su, kum, kuş uçurum olabileceğini söylüyordu. 1999 Yunus Nadi Ödülü’nü de alan “Acının Gümüşü” nün içerdiği şiirlerde hiç kimseleri kırmadan ama kendisi kırılarak çağıyla hesaplaşan bir şairle buluşturdu bizleri.
Ayrıca çocuklar için yazdığı yüzlerce kitaba imza atan sevgili şairi saygıyla anıyorum. Mekânı şiir olsun…..