Diyanet İşleri Başkanlığı, özellikle hutbelerde Atatürk’ü anmaması nedeniyle çok eleştirildi ve eleştiriliyor biliyorsunuz.
Hiçbir milli bayramda veya Çanakkale Zaferi gibi hiçbir özel günde Atatürk anılmıyor.
Kurumun başkanı bu eleştirilere karşı geçtiğimiz günlerde Saygı Öztürk’e verdiği röportajda “Merhumun kendisinin isminin anılmamasını istediği” şeklinde savunma yaptı.
İlginçtir, bu gerekçeyi gösterirken bile Atatürk demiyor, “merhum” diyor.
Yine ilginçtir, meğer ne kadar da hassas bir Diyanet’imiz varmış; yani velev ki öyle olsun, Atatürk’ün sözünden dışarı çıkmıyorlar öyle mi?
Ne titizlik!
Keşke bu hassasiyeti laiklik, demokrasi, küçük çocuklara yapılan cinsel istismarlar, küçük yaşta evlilikler, şatafat, dini kullanarak yapılan siyaset, camilerin parti toplantılarına ev sahipliği yapması gibi kamuoyuna yansıyan sayısız olumsuzlukta da gösterebilselerdi de bu açıklamanın samimi olduğunu anlayabilsek ve inanabilseydik!
Ki daha röportajın tazeliği geçmeden Diyanet’in başkanına salvo yalanlamalar geldi.
Kimlerden?
Tarihçi Sinan Meydan’dan…
İlahiyatçı Cemil Kılıç’tan..
Tarihçi Murat Bardakçı’dan…
Üçünün de dediği “yok öyle bir şey”
Tarihçilerin ve ilahiyatçıların dediği özetle şu:
“Söz konusu kararname 5 Mart 1926’da değil, o tarihten tam iki sene önce, 5 Mart 1924’te çıkartılmıştır, kararnamenin altında bulunan Rumî “5. 3. 1340” tarihi, Milâdî 5 Mart 1924’ün karşılığıdır! Daha da önemlisi; hutbelerde isminin geçmemesi talimatı verilen kişi Mustafa Kemal değil, hilâfetin o tarihten iki gün önce ilga edilmesi üzerine aynı gece Türkiye’den çıkartılan Halife Abdülmecid Efendi’dir!”
Murat Bardakçı öylesine kızmış ki Ali Erbaş’a; “Uydurmayın” diyor haklı olarak.
Ne diyecek şimdi Ali Erbaş?
Hem belgenin tarihini yanlış vermek…
Hem kastın ne olduğunu yanlış ifade etmek….
Ki, Rumi takvime 584 eklenince Miladi yıla çevrildiğini zaten okul sıralarında bile öğretiyorlar.
Diyanet İşleri Başkanı savunma yapıp gerekçe bulacağım derken tarihi çarpıtıyor, iyi mi!
Başkan Erbaş, Saygı Öztürk’e ayrıca demiş ki; “Biz zaten duamızı yapıyoruz”
Bununla ilgili internet sitesine konan mesajları falan göstermiş.
Güler misiniz, ağlar mısınız?
Peki tarihi çarpıtmak?..
Diyanet İşleri Başkanı, kurumun kurucusu Atatürk’ü anmayı bırakın bir yana, bu anlamda yasak savmak misalinden okları da üzerine çekmek istemiyor anlaşılan.
Fakat şurası bir gerçek:
Ayasofya’nın cami olarak açıldığı gün, hutbede doğrudan ve alenen lanet okurken Atatürk’ün ismini üstü kapalı da olsa anmış olmasına ne demeli!..
Aslında orada ve çok daha öncesinde, fesli ziyaretlerinde misal, Sayın Başkan, Atatürk’e karşı tavrını en net şekilde açık etmiyor muydu?
Velhasıl..
Niyet olmayınca, bahaneler tarihi çarpıtma pahasına resmi açıklamaya dönüşebiliyor.
Ancak Ali Erbaş’ın şunu iyi bilmesi gerekir:
“Merhum” diyerek bu ifadeyle dahi adını anmadığı Atatürk, bu milletin cumhuriyet bayrağı altında özgür şekilde yaşaması için ömrünün neredeyse yarısından fazlasını cephede, geri kalan kısmını da ülkenin tesisinde harcamış, tüm dünyanın örnek gösterdiği çok ama çok özel bir isimdir.
Ona meydan okumak, onu yok saymak, ona hakaret etmek; bir millete, cumhuriyete ve Türk ulusunu oluşturan her bir değere karşı hakaret anlamı taşır.
Bu anlamda, Ali Erbaş’ın niyeti belli açıklamalarını nereye koyarız bilinmez ama…
Atatürk’ün kurucusu olduğu kurumun makam koltuğunda, üstelik bu kurumu da alet etmek marifetiyle, tarihe ve milletin değerlerine aykırı açıklamalarının devlet adabıyla hiçbir ilgisi olmadığı da malum…
Peki soralım inatla; 30 Ağustos’ta, 29 Ekim’de, 19 Mayıs’ta, 18 Mart’ta, 23 Nisan’da ansa hutbelerde Diyanet Atatürk’ü?
Geçiniz, 29 Ekim’de bayrak assa camilere misal…
Ne olabilir ki?
Devletin kurucusundan ve kurtarıcısından bahsediyoruz.
Son söz olarak bir de tavsiyede bulunmak istiyoruz.
Diyanet Başkanı önceden Yeniçağ’da, şimdi Korkusuz’da yazan Ahmet Takan’ı okusun ara sıra da olsa.
Çünkü, Takan, istisnasız her köşe yazısını bakın nasıl bitiriyor:
“Ulu Tanrı, tüm şehitlerimizle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK ve onun kahraman silah arkadaşlarına rahmet etsin. Nur içinde yatsınlar. Mekanları cennet olsun.”
Her köşe yazısını, istisnasız her gün böyle bitiriyor Takan yıllardır.
Anlayana!
Her gün okumasına gerek yok yani, ne zaman okursa denk gelecektir bu son paragrafa!