Sevgili Ferda İzbudak Akıncı, usta kalemiyle uzun yıllardır edebiyat dünyasına değer katan bir isim. Gerek eserlerinin konusuyla gerek kendine özgü anlatımıyla yediden yetmişe herkese hitap etmeyi başaran Ferda Hanım, oldukça mütevazı bir değerimiz. Kendisini, yazma yolculuğu devam eden bir öğrenci olarak görüyor. Yılların tecrübesini de çok sevdiği ve önemsediği gençlerle bütün içtenliğiyle paylaşıyor.
Pek kıymetli yazarımızın “Bisiklet Yarışçıları” adlı romanını, bir bisiklet tutkunu olarak büyük bir keyifle okumuştum. Her ne kadar bir çocuk romanı da olsa, büyüklere birçok mesajı olan eseri herkese tavsiye ediyorum. En başta da belirttiğim üzere, sevgili Ferda Hanım’ın ele aldığı konular ve bunu okurlarına sunuşu herkesin yüreğine dokunuyor. Nasıl dokunup etkilemesin ki? Her bir eser; hayatın içinden, sımsıcak hikâyelerle dolu. Kitaplarında herkesin kendinden izler bulduğu Ferda Hanım, kim bilir daha kaç kuşak ile buluşacak?
Saygıdeğer Ferda Hanım, bugünlerde büyük bir merakla beklenen yeni romanı üzerinde çalışıyor. Kendisi çok sağ olsun, buna rağmen beni kırmadı. Siz sevgili okurlarımız için, kendisiyle oldukça keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Bunun için, kendisine sizlerin huzurunda teşekkürlerimi sunuyorum. Ve sağlıklı, başarılı, huzurlu ve mutlu bir yaşam diliyorum.
Siz sevgili okurlarımı da Ferda Hanım’ın okuma ve yazma aşkı ile dolu hayatıyla baş başa bırakıyorum. Şimdiden keyifli okumalar.
Ferda İzbudak Akıncı, kimdir? Kendinizi, okurlarımıza tanıtır mısınız?
Çocukluğumdan bu yana okumayı ve yazarak anlatmayı seven biri oldum. Ortaya çıkan kitaplarımın nedeni bu iki eylemi hiç bırakmamamdır. Dikili’de doğdum. Ayvalık’ta genç oldum. Hayatımı İzmir’de kurdum. Şiirle başladım yazarak anlatmaya. Üç öykü kitabımdan sonra çocuklar için de çağdaş masallar, hikâyeler çıkmaya başladı elimden. Derken romanlar geldi. Sonra denemeler… Hikâye böyle sürüp gidiyor Sevgili Çiğdem.
Edebiyat dünyasına ilk ne zaman adım attınız? O dönem, ülkemizde edebiyata bakış açısı nasıldı? Günümüz edebiyat dünyası hakkında ne yönde görüşünüz belirtirsiniz?
Ben hep yazdım, ama ilk kitabım “Düş Sarnıcı” 1996 yılında çıktı. Önce birkaç şiirimle sonraları öykülerimle edebiyat dergilerinde yer almaya başladım. Varlık gibi, Notos, Adam Öykü, Dilizi, Temmuz, Pencere, Aydınca, Beşparmak gibi dergilerde…
Dergilerin edebiyatın mutfağı olduğu kabul edilen zamanlardı. Edebiyat dünyası, yeni yazarların imzasını dergilerde tanımaya başlardı. Bir yayınevine dosyanızı verdiğinizde, hangi dergilerde yazılarınızın çıktığını özgeçmişinize eklerdiniz.
Şimdi artık bambaşka bir dünya var. Yalnız edebiyatta mı? Teknoloji çağı, hayatın her köşesinde olduğu gibi edebiyat dünyasında da yeni alanlar, yeni imkânlar yaratıyor. Örneğin internet ortamı, takipçi sayısına göre yazar yaratabiliyor. Bütün bunların değerlendirmesini yapmak için çok erken. Kuşkusuz kazandırdıkları da olacak.
Büyük anlatılar çağının geçtiğini söyleyenler için müjdeli bir ortam sayılabilir. Ancak büyük anlatılar çağının yerine başka, daha kalıcı, insanlığın yeni kuşaklarına miras olabilecek önemde bir anlatı türünün konamadığı da bir gerçek. Hala büyük bir tutkuyla dev bir dünya oluşturan klasiklerin neredeyse iki asırdır bütün dillerde baskı üzerine baskı yaptığına bakarsak… İnsan elbette merak ediyor. Acaba bugünden yarına böyle edebiyat yapıtları kalabilecek mi? Yoksa yazı da söz gibi uçup giden bir şeye mi dönüşecek?
Bir yazar olarak, hangi isimleri okuyor ve beğeniyorsunuz? Dünya edebiyatına dair neler söylemek istersiniz?
Ben edebiyatı gerçek anlamda özellikle dünya klasiklerini okuyarak tanıdım. Ömer Seyfettin dışında Türk edebiyatından hiçbir yazarı okuma fırsatı bulmadan. Henüz bir lise öğrencisiyken, Ayvalık Lisesi’nin pencereleri Cunda Adası’na bakan kütüphanesinde tanıdım Tolstoy’u, Dostoyevski’yi, Balzac’ı. Çehov ile Gogol ile tanışmam çok sonradır. Büyük romanlarla sevdim edebiyatı. Sabahattin Ali’nin, Sait Faik’in o muhteşem öyküleriyle de çok geç tanıştım; Nazım’ın şiirleriyle de. Şimdi Füruzan’ı okuma ve onunla tanışma fırsatı bulduğum için kendimi şanslı sayıyorum.
Çok erken okuduğum klasikleri son yıllarda yeniden okuyorum. İlk günkü gibi keyifle hem de. Daha da gerilere gidiyorum bazen. Şimdilerde Don Quijote elimden düşmüyor. Dört yüz yılı aşıp bugüne gelebilmiş iki ciltlik bu upuzun metin, yeniden okunmayı fazlasıyla hak ediyor. Kısacık ömrümüze rağmen. Daha yakınlardan Kafka da bir hikâyeci olarak yeniden okunacaklar listesinde. Ceza Sömürgesi’ni kim unutabilir?
Diğer yandan elbette çağdaşlarımdan da çok sevdiğim yazarlar var. Italo Calvino bunlardan biri. Ama Isabel Allende ve Nikos Kazançakis’in bambaşka bir yeri var bende. Ruhlar Evi ve Günaha Son Çağrı kadar etkilendiğim kitaplara adım başında rastladığımı söyleyemem.
Çocuk edebiyatına yönelmenizin nedeni nedir? Çocuklardan, eserlerinize yönelik nasıl bir tepki almaktasınız?
Çocuklar için yazmaya başlamam yazma serüvenimin akışı içinde kendiliğinden gerçekleşti. Hikâyelerimde çocukları anlatmaya başladığımı fark ettim. Ama bunlar çocuklar için miydi, yoksa büyüklere çocukları anlatan hikâyeler miydi, bilmiyordum. Işıklı Ayakkabılar ve Sokak Kuşu, Tudem’in keşfiyle yayımlandı.
Çocuk kalbi koşulsuz sevgiyle dolu oluyor. Yetişkinlerin bilerek ya da bilmeyerek yarattığı kalp kırıklıklarını sihirli dokunuş ve gülüşleriyle adeta bir anda silebiliyorlar.
Ben onlar için yazarken yetişkin edebiyatında kalem oynatmayı özlüyorum. Kapıdaki Kadın gibi, Bergamalı Simo gibi kocaman romanlarla boğuşurken de çocuklara masallar, hikâyeler yazmayı özlüyorum. Böylece sıkılmaya hiç zaman kalmıyor. Hep aynı heyecan ve özlemle sürüyor yazma yolculuğum…
Bugüne kadar yayınlanan eserleriniz hangisidir?
Sudaki Ateş, Bergamalı Simo ve Kapıdaki Kadın, yetişkin romanlarım. Çuvaldiken Kasabası, Su Masalları, Rüzgâr Masalları, söylediklerine göre çocuk ya da yetişkin tüm okuyanların çok sevdiği çağdaş masallar. Mutluluk Sokağı, en çok okunan gençlik romanım. Üç Yapraklı Yonca da onunla bağlantılı bir roman.
Kış Ülkesi Çocukları, bilimkurgu/ütopya tarzında yazdığım tek kitap. O da bir gençlik romanı. Bisiklet Yarışçıları da çocukları için yazdığım bir roman. Işıklı Ayakkabılar, Sokak Kuşu, Kuş Kulesi, Kuğu Gecesi, Süpürge Bebek, Kimsenin Anlamadığı Çocuk, Çitlembik Ağacındaki Masalcı, Çamur Bebekler kitaplarımda çocuklar için doğa ve yaşam sevgisiyle dopdolu hikâyeler var.
Yazma Dersleri, kendi yazma serüvenimin yanı sıra, çağını ya da ülkesinin edebiyatını etkilemiş yazarların yazma deneyimlerine; edebiyatın, diğer sanat dallarıyla ilişkisine de yer verdiğim bir kitap oldu. Bir Eski Zaman Güzeli Buca da bir deneme/araştırma kitabı.
Layık görüldüğünüz edebiyat ödülleri hangisi?
Kayıp Yıldızlar, Aynalı Göl, Gizli Resimler adlı dosya ve kitaplarım; Orhan Kemal, SES, Halkevleri Öykü birincilikleri aldı. Öykülerimle de Samim Kocagöz, Ömer Seyfettin, Necati Cumalı ödüllerini aldım. Kuş Kulesi, çocuklar için yazdığım ilk ödüllü kitap oldu. Ödülünü Tudem’den aldı.
Başarıdan söz ettiğiniz için teşekkür ederim sevgili Çiğdem. Ama eğer okunuyorsam, belki gelecekte de okunacaksa kitaplarım, yazdıklarımın hayatla sıkı sıkı bağı olmasındandır. Kalemim zaman zaman hayaller içinde uçsa da, romanlarımda, hikâye ve hatta masallarımda, an gelir insanın ayakları mutlaka yeryüzü dediğimiz toprağa basar. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi.
Kitap fuarları, hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu mecrada gerçekten de yazara ve okura yer veriliyor mu?
Kitap Fuarları, aslında yayıncıların bastıkları kitapları sergilediği etkinlikler. Asıl katılımcıları yayıncılar yani. Özellikle TÜYAP Fuarcılık, bu anlamda büyük organizasyonlar gerçekleştiriyor. Son yıllarda YayKoop da kitap fuarcılığı alanında güzel işler ortaya koymaya başladı. Zaman zaman yerel düzeyde belediyeler de küçük çaplı kitap fuarları düzenliyor.
Yazarların katılımı, fuar alanlarında çeşitli konferansların, panellerin yapılması, yazarların imza günleri bu etkinliği renklendirip zenginleştiriyor. Okur kitapla, yazar okuruyla buluşuyor. Büyük fuarlarda sahaflar ve sivil toplum kuruluşları da kendilerine yer bulabiliyor, stant açabiliyor. Bu anlamda elbette çok önemli işlevleri var kitap fuarlarının.
Edebiyat ile yeni tanışan, bu alanda çalışmalar yürüten gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
İyi kitaplar okusunlar. Uzun aralar vererek değil, sürekli okusunlar. Yazma pratiği yapsınlar. Bu iki eylemi bir yaşam biçimi haline getirsinler. Dünyada olup bitenleri merak etsinler. Savaşı, barışı, sevinci, acıyı önemsesinler. Hayatın içinden yazmaya değer konular bulup çıkarsınlar ve bu konuları iğneyle kuyu kazar gibi işlesinler. Vazgeçmesinler.
‘Yazma Dersleri’ adlı deneme kitabımda bunlara ayrıntılı olarak yer verdim. Bizi etkileyen konular seçmeliyiz ki onları etkileyici biçimde ele alabilelim. Ben Bergama köylülerinin altın madeni direnişinden, onlara ve binlerce yıllık tarihi kent Bergama’ya yapılanlardan acı duyacak kadar etkilenmeseydim Bergamalı Simo’yu yazamazdım. Başkasının verdiği konuyla, ısmarlama yazarlık olmaz bana göre.
Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Önümüzdeki günlerde bir imza gününüz var mı?
Zor bir dosya üzerinde çalışıyorum, bir gençlik romanı. İnsana dair bir kitap olacak. Konuyla ilgili o kadar çok bilimsel kitap okudum ki, şimdi fazla bilgiyi metinden ayıklamaya, romanı hafifletmeye çalışıyorum. Umarım başarırım. 3 Mayıs’ta imza günlerini noktaladım, gezileri de. Şimdi zaman, yazma zamanı.
Son olarak; benim size sormadığım, sizin iletmek istediğiniz bir konu var mı?
Çok teşekkür ederim Sevgili Çiğdem. Sana da çok duyarlı çalışmalarında başarılar dilerim.