Emevi sultanlığı, topraklarını büyük ölçüde genişletmekle beraber, baştan sonuna kadar, kanlı ve elemlerle dolu olaylarla ancak 90 yıl sürmüş ve hicretin 132. yılında Arap milleti, Emevi sultanlarını başından atmış ve yerine başka bir adla bir devlet kurmuşlardır. Bu devlete Abbasiler ve başında bulunanlara da Halife deniliyordu. Merkezleri Irak’ta bulunan Abbasi halifeliğinin varlığına rağmen, Endülüs’te dahi “Resülullahın Halifesi” ve “Müminlerin Emiri” unvanları ile yüzlerce yıl saltanat sürmüş hükümdarlar mevcuttu.
Sözlerimin başında anlatmıştım ki, Orta Asya’da muazzam bir Türk devleti vardı. İslamdan önce var olan bu devletlerin sahibi Türkler, bundan bin yıl önce Müslümanlığı kabul ettiler. Önce, Doğu’ya doğru topraklarını genişleterek Çin sınırına kadar sızdılar. Abbasi Halifeleri zamanında bu civanmert Türkler asillikleri ve cesaretleri ile tanınan Türkler, asker olarak Suriye’ye, ırak’a geldiler; Abbasi Halifelerinin idaresi altında bulunan bu yerlerde nüfuz kazandılar; en çok yüksek idare ve komuta makamlarına yükseldiler.
Hicretin dördüncü yüzyılında idi ki, Selçuk Hükümeti adıyla muazzam bir Türk Devleti kuruldu. Bu adla devlet kuran Türkler, bir yandan Kafkasya’ya, diğer yandan Güney’e, İran’a, Irak’a, Suriye’ye, Batı’ya yönelerek Anadolu’ya nüfuz ettiler.
Bağdat’ta oturan Abbasi Halifeleri, bu muazzam Türk Devletinin nüfuzu altına girmişlerdi. Gerçekten bu azametli Türk Devleti, beşinci yüzyılının ortalarında Mavera’ünnehir’i, Harezm’i, Şam’ı, Mısır’ı ve Anadolu yarımadasının büyük kısmını ve birçok memleketleri zapt etti ve sınırlarını Kaşgar’dan ve Seyhun boylarından, Akdeniz’e, Kızıldeniz’e ve Umman denizine kadar genişletti. Bağdat’ta bulunan Abbasi halifelerini avuçlarının ve yönetimlerinin içine aldılar.
Bağdat’ta, aynı merkezde, Melikşah adlı Türk egemenliğini temsil eden bu zat ile, Halife adını taşıyan Muktedibillah ile yan yana oturdular ve aralarında yakınlık kurdular.
Bu durumu ve görünüşü incelemek isterim.
Türk Hakanı ki, muazzam bir Türk devletinin egemenlik ve saltanatını temsil ediyor, yanında bir Halifelik makamını ayrıca bulundurmasında bir mahzur görseydi, zaten avucunun içine aldığı makamı ortadan kaldırması ve o makama ait sıfat ve yetkiyi kendi makamına katmaması mümkündü. Yavuz Selim’in beş asır kadar sonra Mısır’da yaptığını eğer istese idi, Melikşah daha o zaman Bağdat’ta yapmış olurdu.
Belki Melikşah’ın düşündüğü bir şey var idi ise, o da Türk Selçuk devletine daha sadık ve Halifelik makamına daha yaraşır diğer birinin halife Muktedibillah’a halef olmasını sağlamaktı.
Gerçekten Muktedibillah’ın veliahtı olan çocuğunun azil ve onun yerine kendi torununu koymak için Halife’yi zorladı. Melikşah ölmese idi, bu böyle olacaktı.
Şimdi efendiler, Hilafet makamı mahfuz olarak yanında “Milli egemenlik ve saltanat makamı”, ki-Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir, elbette yan yana durur ve elbette Melikşah’ın karşısında acz içinde değersiz bir makam sahibi olmaktan daha yüce bir mevkide bulunur; çünkü bugünkü Türkiye devletini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Çünkü bütün Türkiye halkı, bütün güçleri ile Hilafet makamının dayanağı olmayı doğrudan doğruya, yalnız vicdanı ve dini bir görev olarak alıyor ve ona kefil oluyor.
Tarihsel eleştirmeler, silsilesi üzerine beraberce birkaç adım daha atalım.
Bu adımlarımız bizi, bugünkü yönetim şeklimizin ne kadar tabii, ne kadar faydalı ve isabetli olduğu neticesine götürecektir. Efendiler, Orta Asya’da devlet üstüne devlet kurmuş olan Türkler daha Batı’da İran Selçukluları ve Anadolu’da Rum Selçukluları adı altında pek muazzam ve pek büyük uygarlık yaratan devletler oluşturmuşlardır.
Konya’da devlet merkezlerini kurmuş olan Rum Selçukluları Hicri 699 yılına kadar varlıklarını korudular. Tanınmış İslam Türk devletinin karşısına Cengiz han adlı cihangir Karakurum’dan çıkarak 559 yılında sınırlarını Çin denizine, Karadeniz’e kadar genişletiyor. Cengiz’in torunu Hülagü idi ki, 656 hicri yılında Bağdat’ı eline geçirerek Abbasi Halifesi Mu’tasım’ı idam ediyor ve bu suretle dünya yüzünde fiilen halifeliğe son veriyor.(devam edecek)