Hiç kendinizi bir bina gibi düşündünüz mü?
Dışarıdan bakıldığında belki sade, içine girdikçe kat kat derinleşir. Her katta başka bir ihtiyaç, başka bir mücadele, başka bir benlik yatar.
Peki, binayı ayakta tutan şey nedir?
Temel mi? Kolonlar mı? Belki de hepsi… Ancak kesin olan bir şey var ki, temel sağlam değilse, üst katlara çıkmak zordur.
Bu binanın en alt katı, yaşamın sürebilmesi için en temel gereksinimleri içerir; uyku, su, yiyecek, hava, barınma… Yani hayatta kalmak için gereken şeyler. Ne var ki bu kat en çok dikkat isteyen ve en görünmez olandır. Çünkü ne zaman eksildiğini, ancak tükendiğinde fark ederiz. Zeminde açlık vardır mesela… Karnın guruldadıkça hiçbir şeyi umursamazsın, çünkü o an ihtiyacın olan tek şey bir tabak makarnadır.
Günlük hayatta kullandığımız maskelerle döşeli bir yerdir burası. Gülümseriz, selam veririz, işlerimizi hallederiz ve çoğu zaman sanki her şey yolundaymış gibi yaparız. Hâlbuki herkesin gördüğü, fakat kimsenin tam olarak bilmediği bir yerdir bu kat. Ve çoğumuz sıkışıp kalırız burada.
Yani temel ihtiyaçlar karşılanmadığında, yalnızca çatı katı hayalleri değil, merdivenler bile çatırdar ve sonunda bir gün yıkılırız. Adı depresyon olur, tükenmişlik olur, kaybolmuşluk hissi olur. Ama asıl sebep bellidir, alt kat unutulmuştur.
İkinci katta, insanın hayatta kalma güdüsünü temsil eden güvenlik duygusu oturur. Sadece fiziksel ve finansal güvenlik değildir bu aynı zamanda psikolojiktir, yaşamın tahmin edilebilirliği çok önemlidir. Çünkü bir insanın hayatında bu kat eksikse, her şeyde bir eksiklik hissedilir.
Bu eksiklik, başkalarına bağımlı olmaktan çok içsel dengeyi bulmaktır. Kaygıların çözülmesi, güven duygusunun güçlendirilmesiyle başlar mesela. Bu da sadece dıştaki güvenlik önlemleriyle değil, içsel bir huzur ve kabullenme ile mümkün olabilir.
Mesela korkularla barışmak, her şeyi kontrol edemeyeceğimizi kabul etmekle başlar. Bir işin geleceğini bilemeyiz, fakat bugün burada, sağlıklı ve güçlü bir şekilde var olduğumuzu bilmek, en büyük güvenliğimize dönüşebilir.
Üçüncü kata çıktığımızda yalnızlık karşılar bizi, “Kimse beni dinlemiyor, anlamıyor” dediğimiz yerdir o loş oda… Arkadaşlar, aile, sevgi ve ait olma ihtiyacı, sosyal medyada beğenilerle beslenen egolar, iş hayatında unvanlarla şekillenen özgüvenler… Bu sebeple ikinci ve üçüncü katlar, kimliğimizi inşa ettiğimiz yerlerdir. Yalnız kalmadan, aşağılanmadan ve unutulmadan yaşamak isteriz aslında buralarda.
Bazen aidiyet eksikliği, kendini yalnız ve kalabalıklar içinde kaybolmuş gibi hissettirebilir. Ancak, bu duyguların geçici olduğunu bilmek, kırık merdivenlerin zamanla tamir edilebileceğini hatırlamak önemlidir. Her kırık, bir onarım sürecinin başlangıcıdır.
Ve ait olmak, bir yerin ya da kişinin parçası olmak değil, kendini bir bütün olarak kabul edebilmek ve buna dayanarak başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmektir. İşte o zaman, gerçek anlamda ait olduğumuz yerleri bulabiliriz.
Dördüncü kat daha farklı bir hava taşır. Saygı, değer görmek, onaylanmak, takdir edilmek, başarı… İnsan olmak yetmez artık, fark edilen insan olmak isteriz. “Gör beni!” der gözlerimiz bazen sessizce, bazen de çığlık çığlığa. Ancak dışarıdan gelen değer, saygı ve takdir, içten gelen özsaygıyla desteklenmedikçe kocaman bir boşluk yaratır insanda.
Bir bina ne kadar yüksekse, o kadar fazla katı var demektir ve her kat, onu taşıyan temelin gücünü test eder. İnsan da aynı şekilde, büyük bir başarının ya da olgunluğun üst katlarında ilerlerken, temelin sağlam olması önemli bir gerekliliktir.
Başarı, çoğu zaman bir ödül gibi düşünülür. Daha fazla para, tanınma, kariyer basamaklarında yükselmek… Ancak başarı, dışsal olarak ölçülebilir olsa da, içsel bir tatmin duygusu yaratmadıkça gerçek anlamını bulmaz. Yani insan, sadece işyerinde ya da toplumsal düzeyde başarıya ulaşarak kendini mutlu hissetmez. Başarı, içsel huzuru bulduğunda anlam kazanır, içsel tatminin, anlamlı bir yaşamın ve doğru değerlere hizmet etmenin bir birleşimidir.
Ve sonra çatı katı… Ah o çatı katı! Genellikle manzaralıdır, aydınlık, ferah ve ilham vericidir. İnsanın en büyük hayallerini ve ideallerini barındıran, geleceğe dair en büyük umutlarını taşıyan yerdir burası. Herkes oraya çıkmak ister ancak çoğu zaman asansör çalışmaz ya da merdivenler dardır, kaygılarla doludur. Burası kendini gerçekleştirme katıdır. Kendinle baş başa kaldığın, “Ben ne istiyorum? Hayatımın anlamı ne? Nasıl faydalı olabilirim?” diye sorguladığın yerdir.
Çatı katında hayallerin gücü, en yüksek hedefler ve istekler bulunur. Hatta sadece kişisel arzular değil, aynı zamanda insanın dünyaya kattıkları, insanlık için bir anlam taşıyan idealler de şekillenir burada. Ancak bu kat, hayallerin sınırlarını gösterdiği kadar gerçekliğin de sınırlarını ortaya koyar. Bazen ikisi arasında büyük farklar olabilir ve bu farklar, hem hayal kırıklığına hem de büyümeye yol açabilir. Çünkü bu yolculuk insana sadece haz veren bir yolculuk değildir, aynı zamanda varoluşsal bir anlam arayışının göstergesidir. Hatta bazen hayallerin zirvesine ulaşmak yerine o zirvede huzur bulmak daha önemli gelebilir.
Mesela benim çatı katımda hâlâ yazılmamış bir roman var. Hep erteliyorum. “Bir gün” diyorum. Bazen sessiz bir gecede herkes uyurken, oraya çıkıp biraz yazıyorum. Belki o roman bir gün bitecek, belki de çatı katım sadece bu hisle var olmaya devam edecek. Yine de biliyorum ki o kat olmadan, bina tamamlanmıyor.
Bu binanın bir de bodrum katı var. Ondan pek bahsedilmez. Karanlıktır, ıssızdır, bastırılmış korkular, unutulmuş çocukluklar, suskun kalmış duygular kısaca tozlu geçmiş saklanır orada. Kimi zaman güzel bir anı beliriverir, kimi zaman da bir gece kâbusu. Bazen bodrumdan çıkan bir fısıltı, çatıdaki hayalini de susturur insanın. Orada olmak istemeyiz fakat orası da bizimdir.
Aslında korkularla yüzleşmek, insanın içsel güvenlik ihtiyacını anlamasına yardımcı olur. Onlarla barış yapmak, insanın güçlü bir güvenlik duygusu yaratmasını sağlar. Karanlık, sadece bir yerdir, ışık ise insanın ruhunun derinliklerinde gizlidir.
Çoğumuzun bir bodrum katı vardır sanırım çocukluktan kalan korkuların hapsolduğu. Zaman zaman gün yüzüne çıkar hala orada duruyorsa ve insan, o karanlıkla barışmadan diğer katlara çıkmaya cesaret edemez.
İşte hümanist psikolojinin kurucusu Maslow, bu binayı yıllar önce çizmiş. Adını da “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” koymuş. Evet, bu bir bina ve her birimizin kendi kat planı var.
Bazılarımız sürekli zemin katta yaşar çünkü açlık utandırmaz fakat yoksulluk susturur insanın benliğini. Bazılarımız ise çatı katını görür ancak orada kalamaz. Rüzgâr sert eser, yalnızlıktan sıkılır veya üşür, tekrar aşağıya iner.
Bu bina sabit değildir, deprem olur ara sıra. Hayat diyoruz ya hani; sevdiğimiz birileri gider, işsiz kalırız, hastalanırız, kandırılırız… Bir bakarsın hop çatıdan düşmüşsün bodruma ve sil yeni baştan. Aslında işin güzelliği tam da buradadır çünkü binayı inşa eden kendimiziz.
Eğer tuğlalarını kendi elleriyle tek tek koyarsa insan, başkasının merdivenini tutarak veya aşağıya çekerek çıkmazsa yukarıya. İşte o vakit Nirvana’ya ulaşır. Ve belki de asıl mesele en üst kata çıkmak değil, hangi katta ne yaşadığını anlayabilmekte, kendini tanıyabilmekte, ihtiyaçlarını fark edebilmekte ve bütün katların ışığını açık bırakabilmekte gizlidir.
Şimdi bir düşünün! Siz hangi kattasınız? Ve orada olmaktan gerçekten mutlu musunuz?