featured
  1. Haberler
  2. YAZARLAR
  3. 14 ŞUBAT… EV… DUVARLAR…

14 ŞUBAT… EV… DUVARLAR…

Dün Sevgililer Günü’ydü.
Erkeğin cinselliğin sihirli gücünü keşfettiği ilk gençlik yıllarında yanında bilinçli ve güçlü bir aile yoksa yine çevresinde bilinçli bir arkadaş çevresi yoksa güzellik ve sevgi kavramının anlamı cinselliğin vahşiliğinde kaybolup gidiyor.
Oysa cinsellik; bir sanattır, bir zarafettir, bir duygu yönetimidir, bir düşünce olgunluğudur, bir emektir ve hepsinden önemlisi tenlerin birbirine olan bir saygı ifadesidir.
Erkeğin erkeklik libidoları onu o gençlik yıllarında çok farklı etkiler. Erkeğin o sınavı o yıllarında verebilmesi sex hikayesi çok zordur. Erkek çocuğunun “düşman”ları vardır.
Başta annesi ve babası gelir ve yanlışı da çocuğunun çok kız arkadaşı(özel) olmasını coşkuyla karşılamasıdır. Elbette burada kız arkadaşı derken kastettiğim özel arkadaşlık çıkışıdır. Yoksa kız ve erkek çocukları arkadaşlıkları büyük bir coşku ve sevgi ve akıl ile yapmalarının en candan destekçisiyim. Biz ikizlerimi böyle büyüttük. Ve ikizlerimin çok fazla erkek arkadaşı var. Ve an gelir ben bana bir şey olsa o arkadaşlarına güvendiğim için gözüm arkada gitmem.
Türk erkeği böyle de yabancı erkek farklı mı…
Onlar daha da kötü belki…
Ya da oralarda cinsellik doğal sayıldığından önemli görülmüyor bazı eylemler ve bazı rakamlar…
Bizde bir de erkek çocuğu evlenmeden önce ne kadar çok havuzda yüzerse son durağında mutlu olacağına inanılmış geri zekalı bir denklem de var…
İnsanın ten ile kucaklaşması içinde sevgi yoksa, emek yoksa ve bunları kavrayacak bir bilinci yoksa o kucaklamanın bir esprisi elbette yoktur. Sadece olay adi bir porno seviyesine düşer. Genelev de para ile kadını şey etme ile sıpa için kuyruğa girenin yaptığı aynı olur.
Cinsellik bir boşalma olayından çıkmalıdır. Bu şekilde yapılıyorsa da taraflar kendi özgür iradeleriyle yaşamalıdır.
Cinsellik kadın ile erkeğin bir arada özgürce bulunmasıyla başlar ve bir üretim projesinde(yaşam üretim projeleriyle sürekli desteklenmelidir) bir şeyi birlikte başarma ile de devam eder. O sohbetler, o eğlenceler, o geziler, o birlikte dolaşmalar ve o birlikte bir şeyler yapma ve bunu sevgi ve saygı ile yapmanın onurunu yaşam boyunca taşımayla devam eder, etmelidir. Bu onuru şimdi bir kenara bırakıp toplumun yerleşik gelenek olmuş kuralına karşı mücadele ediyorum derken kız sex izle arkadaşını çükünün bir anlık boşalması için yangın içinde yalnız başına bırakmanın utancıyla ve bu utancı bir adım daha öteye taşıyarak ben o kızı şey ettim deme adiliği ile erkeklik gücünü ispatlamaya çalışan bir erkek modeliyle nereye gidebiliriz. Ve bu gittiğimiz yerde yaşanılan bu aldatmaların oluşturduğu kin ve öfkeler nedeniyle toplum olamayız. Toplum olma heyecanından uzak kalan toplulukların oluşturduğu devletler sağlıklı temele sahip yapılar, değildir. Ve her an yıkılma tehdidi ile karşı karşıya kalabilecek zayıf yapılardır.
Ancak yine de içinde bulunduğumuz toplumun ya da topluluğun cinsellik üzerinden bu bakış açışıyla bu kadar ağır eleştirmek de doğru değildir. Sürecin bütün bileşenlerini görmek zorundayız.
Kadının bu kadar baskılandığı bu yapı içinde erkeğin sonsuz özgürlük içinde olduğunu düşünmek daha büyük hataya bizi götürür. Erkekte bu baskıcı ve gelenekçi toplumdan üzerine düşeni fazlasıyla alır.
Erkeğin ve yine kadının bu kadar katı kurallar içinde baskı altına alındığı bir yapı içinde, sürecin erkeğin kaçamaklarını ödüllendirirken, kadını sürekli şeytan diyerek ötekileştirmesi ve namus baskısıyla savrulmasına izin vermeden süreci yönetme isteği, pederşahi geleneğinin ayakta tutulması zorunluluğunun bir sonucudur. Erkek ve kadının bir çatı altında oluşturdukları ailenin kutsiyeti içinde her ne olursa olsun annenin namusuyla ayakta kalması ve çocuklarını topluma ahlaklı annenin seks hikayeleri çocukları olarak teslim etme mecburiyeti adına kendi yaşamından vazgeçmesi üzerinden oluşturulan bir toplumsal yapının sağlıklı olduğunu düşlemek sadece büyük bir hayaldir. Aileyi sevmek ve aileden nefret etmek bizde o kadar ince bir çizgi ile ayrılır ki bir anlamda içimizde biriken ve bir türlü yenemediğimiz o öfke ve nefretin kaynağı hep buralarda oluşturulan yaralar içinde aranmalıdır.
Ev, bizim toplumumuzda o kadar önemli bir yapıtaşı ki… Evin dokunulmazlığı her yönüyle kontrol altına alınmış. Erkek ile kadının birlikte bir yaşama adım atarken ilk düşündükleri ev ve evin döşenmesi ve evin mutfağının geçimi… Bir evin içinde başlayan bir hayat, bir evin içinde namusuyla birlikte son bulmalı… Bizim hikayemiz aslında bu kadar basit…
Yazının başlığı 14 Şubat üzerinden aşka, sevgiye ve cinselliğe dönük bir analizdi. Analizin içinde erkeğin kusurlarını öne çıkarırken kadının yanlışına sıra geldiğinde durmuştum. Kadınında yanlışları var, demiştim. Ancak bu cümleyi yazmak bile yanlış olurdu. Yazmadım.
Şimdi bu ev olayını derinlemesine incelemeden kadını da erkek gibi çok rahat eleştirmek doğru bir davranış olmaz. Bu sürecin içinde ve yine ev faktörünün öne çıktığı bir toplumsal yapı da kadının yanlışları hoş görü sınırı içinde kalır, kalmalıdır. Evin namusunu ve varoluşunu ve aileyi ve çocukları kendi alınteri emeğiyle hayata hazırlamanın zorluğunu hepimiz biliyoruz. O ev, kadınlarımız için modern hapishane olduysa ve bu günümüzde daha kapalı hale getirilmek için kadına baskı daha da arttıysa ve kadın giderek yalnız kaldığını düşünüyorsa şimdi biz kalkıp buradan kendimize yani erkeğe üstünlük sağlayacak bir paye çıkartamayız. Çıkartmamalıyız da zaten…
Ev deyince duruyoruz. Evi saray yapacağız derdine evin kadınını ve evin kazancını ve emeğini ve düşünce birikimlerini heba edip çıkıyoruz. Bugün ben dahil hepimiz ev faktörüne karşı müthiş saygılıyız ve vazgeçemiyoruz. Bütün önemli anılarımız ve hayatımız bir anlamda evde başlıyor ve yine evde bitiyor. Yani özetle, bize dayatılan ya da öğrenilmiş çaresizlik içinde vazgeçemediğimiz olan evlerimiz hepimizin özel hapishaneleri olmuş…
Saygı iyi güzelde;
bu teslimiyete dönüştüyse,
bu gösterişe dönüştüyse,
bu tüketimin esirliğine dönüştüyse,
bu baskıya dönüştüyse,
bu kirliliğe doğru bir yola dönüştüyse oturup düşünmek gerekiyor…
Bunun boyutunu azaltmanın yollarını bulmalıyız.
Topluluk konumundan toplum olma yoluna doğru giden sürecin başarılmasında sosyal projeler içinde bir arada olmanın, birlikte bir şeyler başarmanın önemli olduğunu artık görmek zorundayız. Evin içinden çıkmak zorundayız. Evin içinde bir hayat ve eve bağlı bir kapalı ekonomi, bizi ve geleceğimizi tehdit ediyor. Bunu görmek zorundayız. Evin içinde kendimizi güvenli hissederken evin dışında tedirgin oluyorsak burada da bir sorun var, demektir.
Güven konusu çok önemli…
Güven varsa “biz” duygusu oluşuyor…
Güven yoksa orada kandırmaca ve hırsızlık baş gösteriyor…
Ve bizim en büyük sorunumuz bu değil mi?
Güven…
İnsana güven konusunda takıntılarımız var.
Bu takıntılarımız da evin içinde yaşanılanların dışarıda konuşulmaması üzerine kurgulanmış ve bu taa çocukluğumuzdan itibaren beynimize oya gibi işlenmiş bir aile mirası gibi genlerimize kodlanmış. Aile içinde yaşanılanları aile sırı gibi görüp paylaşamadığımızdan dolayı hem yaşamımız kısıtlanıyor. Hem o yanlışları doğru gibi görüyoruz ve kendimizi yaşama sağlıklı bir şekilde hazırlayamıyoruz. Sürekli aynı hataları yapıyor ve yaşıyoruz. Çevremizde var olan herşeye kuşku ile bakıyoruz. Güven sorununuz varsa dedikodu mekanizması da vardır. Dedikodu hastalıklı yapıların dayanağıdır. Söylemek istediklerini olmayan kişiye atfederek söylemek alçaklıktır, korkaklıktır, adiliktir.
Soruyorum şimdi, böyle bir yapı;
güven duygusu oluşturabilir mi?
toplumun esası olan “biz” duygusunu oluşturabilir mi?
sağlıklı sevgi oluşturabilir mi?
sağlıklı bir aile kurumu oluşturabilir mi?
sağlıklı birey oluşturabilir mi?
sağlıklı bir kurum ve yönetim oluşturabilir mi?
sağlıklı bir devletin alt yapısını oluşturabilir mi?
Evlerdeki dramı bilmek ve çözüm bulmak zorundayız. Çağdaş dünya da feodalizm ile feodal kültür ile ayakta kalamayız. Kalamadığımızdan dolayıdır ki insanımız yalnız kalmaktan korkuyor. Toplum da olmayı beceremediğimizden dolayı cemaat ve tarikat yapılanması yakamızdan düşmüyor. İnsanımız savruluyor. Savrulmanın faturasını da her daim öncelikli olarak kadınlarımız ve çocuklarımız ödüyor. Ülkemizin bu konuda ne yazık ki karnesi hep kırıklarla dolu…
Çarşı esnafımız çöküyor.
Köylümüz, küçük üreticimiz çöküyor.
Aile yapımız çöküyor.
Odalarımız, sivil toplum kuruluşlarımız canlı bir demokrasi kültürünü zenginleştiremediklerinden dolayı oralarda da büyük sıkıntılarımız var.
Bakın, aşk dedik, sevgi dedik konu nerelere geldi. Gelir. Doğruyu kabul edeceğiz. Biz sevgi özürlü insanlardan oluşmuş bir toplumuz. Ya tutkuyla seviyoruz ya da nefret duygusuyla örtüşen kin ile seviyoruz. İnsan gibi rahatsız etmeden sevmesini bir türlü beceremiyoruz.
Ya benimsin ya da toprağın…
Özetimiz budur.
Neleri kaybettiğimizin hesabını yapmıyoruz.
Oysa yapmamız gerekiyor.
Kendi toplumumuzda kendimiz ile ayakta durabilmeyi beceremiyoruz. Beceremeyince de hep kirlilikten besleniyoruz. Kirliliği de dedikodu kültürüyle, feodal kültür ile aşmaya çalışıyoruz. Bu da beraberinde çok sorunu getirirken bizleri de kötülükte birleştiriyor. Ve hep saklanma ihtiyacı içinde oluyoruz. Ve hep kaybediyoruz.
Bu toplum ve insanımız hep duvarlar içinde var olmak istiyor.
Gelin işe evin duvarlarından başlayalım…
Gelin kafalarımız içindeki duvarları yıkalım…
Madem bu dünyaya geldik. Ömrümüzü boşa harcamayalım…
Kadını baskılayarak ve kadının emeğini değersizleştirerek ve kadını sevmeyi bilmeden sevgisiz yaşamaya çalışmak gibi bir ahmaklıkla bugünün dünyasında var olamayız. Kadınlarımızı özgürleştirelim ve evlerimizi özgür kır bahçelerine çevirelim… Merak etmeyin özgürleşen kadının çocukları bu ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu en önemli zenginliğidir.
Sevgiyi, emeği, bilgiyi bilen ve insanlık için kullanmayı hedefleyen çocuklar…
Özgür evler, özgür insanlar ve özgür gelecek…
Unutma; özgür olmayan insan sevgiyi acımak duygusu içinde arar…
Unutma; insanımızın bu kadar kin ve öfkeyle dolu olmasına neden olan faktör de o eziklik duygusudur. Eziklik duygusunu yenebilmek için çareyi para da bulması ve bunu herşeyini yitirdiği zenginlikte araması ve bulmasına rağmen sonunda kaybetmesi ve kaybederken de ülkemizinde kaybetmesi en acı gerçeğimizdir.
Sevgiyi bilmek ve öğrenmek zorundayız…
Sevgi ve saygılarımla…

0
sevdim_bunu
Sevdim Bunu
0
_ok_sevdim_bunu
Çok Sevdim Bunu
0
g_ld_rd_
Güldürdü
0
karars_z_m
Kararsızım
0
bu_ne_bi_im_bi_ey
Bu Ne Biçim Bişey
0
k_zd_rd_n_z_beni
Kızdırdınız Beni
14 ŞUBAT… EV… DUVARLAR…
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Balikesir24saat ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!